28 Şubat sürecinin karanlık günlerinde, gündemi değiştirmek, algıları yönlendirmek için kullanılan figürler vardı. Geçen onca yıl içinde onların gerçek yüzü ortaya çıkmıştı. Ama demek ki görevleri bitmemiş. Bugün yine sahnedeler. 26 OCAK 2014 ZAMAN
Ülkenin gündemi karıştığında ortaya çıkan, o dönemin manşetlerinde, televizyon programlarında boy gösteren insanlar vardır. Akılları karıştıracak söylemlerde bulunurlar. Algı yönetiminde, iddiaların gerçekliğini pekiştirmekte önemli rol üstlenirler. Fakat bu karanlık dönemler geçince onları kimse hatırlamaz. Hatta bu süreçte oynadıkları rol sebebiyle yargılananlar, suçlananlar olur. 28 Şubat sürecinin figürleri bugün de sahnede. İşin trajik tarafı ise o zaman görevleri icabı sindirmeye çalıştıkları tarafından gündeme getirilmeleri.
Dershaneler tartışması sırasında Star Gazetesi, 28 Şubat sürecinin önemli figürlerinden eski milli eğitim bakanı Hikmet Uluğbay’ın görüşlerine başvurdu.
Uluğbay’ı bilenler hatırlayacaktır, o zamanlarda “İmam hatip liselerine darbe vuran adam” diye manşetlere taşınıyordu. Bakın kaderin şu işine ki Uluğbay, bu sefer, dershanelerin kapatılması tartışmalarında görüşlerine başvuran bir kanaat önderi oluyor ve ‘Dershanelerin eğitim sisteminde yeri yok’ deyiveriyor. Uluğbay, 1999 yılında tabancayla intihar girişiminde bulunmuş, kurşun çenesinden sıyırıp çıkmıştı. Hatta bu intihar girişiminden sonra onunla bugün aynı çizgide bulunan Abdurrahman Dilipak, Uluğbay’la ilgili “İmam hatiplilerin ahı tuttu.” demişti.
Cevdet Saral başrolde
17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile başlayan süreçte medyada yer alan 28 Şubat figürlerinden biri de Cevdet Saral oldu. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Saral, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı gibi devletin üst düzey yöneticilerini dinleme skandalı sebebiyle görevden alınmış, yargılanmıştı. Ama bugün adı Fethullah Gülen ile ilgili yazdığı ve içeriği tartışmalı raporla anılıyor. 28 Şubat sürecinin aktör medyası da bu raporu manşetlere taşımıştı.
Bugün Saral yine gazete manşetlerinde, televizyon ekranlarında. Görevden alınmasını bu rapora bağlıyor fakat Aksiyon dergisinde 1999 yılında yayınlanan bir dosyada gerçekler şöyle anlatılıyor: 15 Mayıs 1999 tarihli Hürriyet gazetesinin manşetinde Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın mafya bağlantılarıyla ilgili son derece ilginç bilgilere yer veriliyordu. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın oğlu Murat Bilican, Mustafa Saral adında birini İstanbul Emniyeti’nin elinden kurtarmıştı. Bodrum’da ‘Cohiba Beach’ adlı barın sahibi olan Murat Bilican’ın kullandığı cep telefonunun faturasının, devlet tarafından ödenmesi bir başka şaşırtıcı bulgu. Emniyet müdürü olan Necati Bilican ise faturası ödenen telefon numarasının koruma polislerine tahsis edildiğini söyledi. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın soyadı benzerliği sebebiyle ‘Acaba benim akrabam mı’ (!) diye başlattığı araştırma sonunda, Mustafa Saral’ın hayli ilginç ilişkileri, bu arada konunun Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ı da ilgilendiren bölümleri ortaya çıkınca, oluşturduğu dosyayı alıp Bilican’ı ziyarete gitti. Saral’ın Başbakanlık’tan Dışişleri’ne, Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na, gazetecilerden milletvekillerine kadar birçok kurum ve ismi dinlettiği anlaşıldı. İşte tam bu sırada Saral bazı güç odaklarının desteğini alabilmek için şaşırtıcı bir yola başvurdu. Fethullah Gülen’le ilgili hazırladığı raporu gündeme getirdi. Fakat bahsi geçen dinlemeleri neden yaptıklarını açıklamakta güçlük çekiyorlardı. Fethullah Gülen raporu, Saral ve Osman Ak’ın, bazı çevrelerin kendilerini korumasını sağlamak için son kozuydu.
Yani mesele Saral’ın Peygamber Efendimiz’e hakaretlerle dolu Fethullah Gülen raporu değildi. Ama nedense bugün Saral, “Rapor yazdım Amerika’ya gitti” başlığı ile manşete taşındı. Hatta paralel devlet yapılanmasını ilk kez resmi kayıtlara geçiren emniyet müdürü diye lanse edildi.
Hele bir bakın 28 Şubat’ın telekulak skandalının kilit ismi Saral’ın söz konusu raporda yazdıklarına: Hz. Muhammed (sas) için ‘Yalancı, hayalperest, hikâyeci’ iftirası kullanılıyor. Fethullah Gülen’in de “Peygamber’in yarım bıraktığı bu ‘yalancı’lığın günümüzdeki temsilcisi” olduğu iddia ediliyor. Raporda İslâm diniyle ilgili ise şu ifadeler yer alıyor; “…Bugünkü modern insanlık, hâlâ bundan 1400-2000 yıl önce birkaç hayal ve rüya görüp “Ben, Allah’ı gördüm, O’nunla konuştum” veya “Ben peygamberim” demiş olan, birkaç hayalperest ve dengesize mahkûmdur…” Bu rapora ve raporu hazırlayan Cevdet Saral ve Osman Ak’a dair Mustafa Karaalioğlu 1999’da şunları yazmıştı: “Kamuoyuna telekulak olayı olarak yansıyan telefon dinleme skandalının perde arkasında önce ‘Ankara ve İstanbul polisleri arasındaki çatışma’ ardından da ‘Fethullah Gülen’e yakın isimlerle ilgili araştırma’ olduğu iddia edilmişti… (Saral için) Dün, son bir gayretle Fethullah Gülen hakkında bir raporu Cumhuriyet gazetesine vererek mevzi kazanmaya çalıştı. Ama, içinde telefon dinleme yoluyla elde edilmiş bilgilere rastlanmayan bu raporun da gelişigüzel ve son anda kaleme alındığı gözlerden kaçmıyordu.” Yorum sizin.
Ortalık karışır da İsmail Nacar’a söz verilmez mi? 90’ların o karanlık ve karışık süreçlerinde çok görünen bir figürdü Nacar. İslâmcı yazar olarak bilinen Nacar’ın piyasada gerçek anlamda bir kitabı yok. Sadece televizyon programları ve birkaç provokatif haberde ismi geçiyor. Tarikat şeyhlerine dair Yeşilçam filmlerini andıran anlatımları, dindarları rencide edecek açıklamaları dışında portresine dair çarpıcı bir röportajı Nuriye Akman 1996’da yaptı. Orada da tam olarak açıklayamadığı İran bağlantıları ve karışık bir İslâm anlayışı ortaya çıkıyor. Bugün ise İsmail Nacar, 28 Şubat sürecine destek verdiği için kendisi hakkında ‘istihbarat örgütlerinin karanlık elemanı’ diyen Yeni Akit gazetesine konuşarak Hizmet Hareketi için “Bu yapılanma, İsrail-ABD güdümünde.” diyor. Gazetenin yayın koordinatörü Hasan Karakaya 1997 yılında İsmail Nacar için; “Son günlerde ‘ekran bülbülü’ kesilen ve hem mezhepleri hem de Peygamber’i inkar eden, kol saati markalı ve bir yerden arkalı İsmail Nacar’ı ibretle izledim…” Peki ne oldu da İsmail Nacar, beyanatlarına önem verilir biri haline geldi?
Sisi yerine Yusuf Ünal
Kadir Mısıroğlu’nun bir kitabında geçen ve defalarca yalanlanmasına rağmen, gündem her karıştığında yeniden ısıtılan bir konu var ki, o da 28 Şubat figürleri gibi yeniden servis edildi: II. Abdülhamid’in torunlarından Kayıhan Osmanoğlu’nun Fatih Koleji’nde burslu okutulmadığı yalanı. Kayıhan Osmanoğlu konuyla ilgili Yeni Akit gazetesine tekzip gönderdi. Böylesi karışık dönemlerin magazinel figürü olmaz mı?
28 Şubat sürecinin karanlık isimlerinden Sisi lakaplı Seyhan Soylu’nun yerini bu sefer Fethullah Gülen hakkında suç duyurusunda bulunan ‘gazeteci-yazar’ Yusuf Ünal aldı. Kendisini gazeteci yazar, maskesiz bir kişilik ve gerçek bir düşünür olarak tanımlayan Ünal, mesleki kariyerini ‘üç çocuk’ şarkısıyla zirveye çıkardı! Başbakan’ın üç çocuk talebiyle bu şarkı sayesinde dalga geçiyordu. Eleştirel gazetecilik başarısı (!) olan Emzikli klibi ise onu sürecin en magazinel figürü haline getiriyor. İşte sahnede 28 Şubat sürecinin figürleri. Görünen o ki bir süre daha onları izleyeceğiz.