Ömer Okçu’nun 50 yıllık hayat arkadaşı Sermin Okçu: Hekimoğlu İsmail’e hizmet etmekten şeref duyuyorum
Türkiye’de kitleleri derinden etkileyen üç kitaptan biri mutlaka Minyeli Abdullah’tır. Sabah gazetesinde tefrika edildiği ve Türkiye’yi ayağa kaldırdığı günden bu zamana tam 43 yıl geçti. Fakat her yeni nesil aynı heyecanla okuyor. Hâlâ binlerce satıyor. Hava Ast Subayı Ömer Okçu’nun, Ankara’da mütevazı bir evde eşinin bile haberi olmadan kaleme aldığı Minyeli Abdullah’ı Türkiye’de duymayan, bilmeyen neredeyse yok.
Minyeli Abdullah gibi çok satan onlarca kitabı olan ve Hekimoğlu İsmail müstearını (takma ad) kullanan Ömer Okçu, hiç şüphesiz toplumun düşünce yapısını derinden etkilemiş bir yazar. Okçu, şimdi 77 yaşında. Onca kitap ve şöhrete rağmen hâlâ mütevazı bir evde, mütevazı bir hayat yaşıyor. Kısa bir süre önce kolon kanseri teşhisiyle hastaneye yatırıldı ve ağır bir ameliyat geçirdi. Neyse ki sağlık durumu her geçen gün iyiye gidiyor. Taburcu olduğunu öğrenince Çengelköy’deki evine geçmiş olsun ziyaretine gittik.
Ömer Bey, geniş pencereleri bahçeye açılan mütevazı bir salonda istirahat ediyor. Yanı başındaki sehpanın üzerinde kalem ve not defteri var. Bir de yazıları. Diğer yanında hayat arkadaşı Sermin Okçu. Yazmayı, 8 yıl önce felç geçirdiğinde de bırakmamıştı, ağır bir ameliyat atlattığı şu günlerde de bırakmıyor. Yazdıkça, anlattıkça kendisini iyi hissediyor. Sermin Hanım da; “Yazmak, onu hayatta tutuyor.” diyor. Zaman’daki köşesinde hastalığının kendisine hissettirdiklerini okuyucusuyla paylaşıyor.
Sermin Hanım, Hekimoğlu’nun çileli hayat hikâyesinin en yakın tanığı. 50 yıllık birlikteliklerine iki çocuk, 57 kitap ve sayısız konferans sığdıran bir çift onlar. Hep geride durmayı, eşinin yazı hayatına karışmamayı tercih etmiş. Komşuları bile onun Hekimoğlu İsmail’in eşi olduğunu bilmemiş. Ziyaretimizde Sermin Hanım’a Hekimoğlu İsmail’i ve çileli hayatlarını sorduk. Bizi kırmadı ve ilk defa anlattı. Samimi ve güçlü bir kadın. Heyecanlandığı ya da üzüldüğü zaman aksanı Erzincanlı olduğunu ele veriyor. Eşinin yanı başından hiç ayrılmıyor. Onun eşi olmaktan, ona hizmet etmekten şeref duyduğunu söylüyor.
Ömer Okçu ile nasıl tanıştınız?
Bizim zamanımızda görücü usulü vardı. 50 yıl önce. Aileler beğenmiş, biz de görüştük. Beğendik birbirimizi.
Ömer Bey nasıl birisiydi?
Genç, ince, uzun boylu, güzel bir delikanlıydı. Zaten babam, temiz bir çocuk, namaz da kılıyor diye razı olmuştu. Namaz kılması etkilemişti babamı. O zamanlar ben de bir başkaydım, Ömer Bey de.
Erzincan’a mı yerleştiniz?
Evlendikten 3 gün sonra İstanbul’a gittik. Askeriyeye yakın olduğu için (Ömer Okçu 1972’de emekli oluncaya kadar askeriyede subaydı) Ümraniye’de ev tuttuk. Ümraniye o zaman köydü. Çok yalnız kaldım orada. Ömer Bey, her sene 15–20 gün Amerika’ya atış talimlerine giderdi. Hayatı hep okuyup yazmakla geçti. Eve geldiğinde çocuklarla hal hatır eder, benimle konuşur, sonra odasına yazmaya ve okumaya geçerdi. Rahatsız etmezdik onu. Bizim çocuklarla ayrı bir dünyamız vardı, onun ayrı.
Minyeli Abdullah’ı yazdığından da haberdar değilmişsiniz. Hatta kitap çıktıktan çok sonra öğrenmişsiniz. Bu doğru mu?
Evlendiğim günden beri Ömer Bey hep okur ve yazar. Gazetelere yazıyor sanıyordum. Meğer roman yazıyormuş. Minyeli Abdullah gazetede yayınlandıktan sonra, insanlar eve beni Sevde (romandaki kahramanın adı) diye görmeye gelince öğrendim. İnsanların benden çok beklentileri olurdu. Hâlbuki benim Sevde’yle bir alakam yok. Bilakis ben kendimi pek ön plana çıkartmazdım.
Neden ön plana çıkmak istemiyordunuz?
O yıllarda her ağızdan bir şey çıkıyordu. Yıllarca oturduğumuz yerlerde komşularımızın benden haberi olmamıştır. Zaten ilk yıllarda Ömer Bey asker olduğu için kendimizi pek belli etmiyorduk. Sırf Ömer Bey namaz kılıyor diye evimizi aramaya geliyorlardı. İlk geldiklerinde çok zoruma gitti. “Acaba biz hırsız mıyız, eşim askeriyenin şu kadar bir şeyini mi getirdi? Getirenleri aramıyor da bizim evi niye arıyorlar?” diye üzülmüştüm.
Kitapları ve yazıları nerede olurdu?
Ömer Efendi nerede saklıyordunuz Minyeli’yi?
Ömer Okçu: Buzdolabının altında.
Sermin Okçu: Bak ben de bilmiyorum. Kuyuyu biliyordum ama buzdolabının altını bilmiyordum. Evin bahçesinde suyu kurumuş bir kuyu vardı. Kuyunun orta yerinde bir motor. Komşulara motor bozuldu, onu tamir ediyor derdik. Hâlbuki Minyeli’yi oraya saklıyor. İkide bir motor bozuldu diye kuyuya iniyordu.
Ömer Bey yazarken ve okurken siz ne yapıyordunuz?
Ömer Bey yazmaya başladı mı yanına ancak çok önemli bir şey soracaksam girerdim. Çocukları da alır içeride otururduk. Onu rahatsız etmezdik. Çay içmezdi. Yanına meyve ve su koyardım. Canı ne isterse kalkar kendi alırdı. Bana veya çocuklara söylemezdi (Ağlıyor). Hiç kimseye yük olmazdı. Beklentisi olan biri değildir. Her şeyi kendisi yapardı. O anlamda bir eş olarak kendisinden razıyım.
‘Arada biraz da bizimle ilgilen der’ miydiniz?
O zamanlar çevremdekiler derdi ki, “Eşin gidip geziyor, sen niye onunla gitmiyorsun?” Ben de, “O hizmete gidiyor, yoğunluğunun arasında bizimle ilgilenemez.” derdim. Zamanı zayi olmasın diye saati saatine ayarlardı her işini. Kimi yere otobüsle, kimine uçakla gider, bekâr evlerinde, öğrenci yanında kalırdı. Çocuklar var, beni nasıl götürsün? “Eşin sizi bırakıp gidiyor.” diyenlere, “Canı sağ olsun da gitsin hizmete.” derdim. Hâlâ keşke canı sağ olsun, gücü yetsin de gitsin hizmete diyorum (Ağlıyor).
İki çocuğunuz var. Daha çok olmasını ister miydiniz?
Ah şimdi çok pişmanım. Bir tane daha olsaydı keşke. Oğluma da kızıma da çok yük biniyor. Çok yoruluyorlar. Bilmiyorum. Yazı böyleymiş herhalde. Olmadı. Çocuklar evlenince, yalnız kalınca çok pişman oldum, bir tane daha olsaydı diye. Ama her gün Allah’a çok şükrediyorum. Babalarının bu hastalığında evlatlarım bana yardımcı olmasa ben ne yapardım? Benden iyi bakıyorlar babalarına. Evlat vazifelerini ziyadesiyle yapıyorlar. g.baki@zaman.com.tr
“Ömer Bey’e bebeğim gibi bakıyorum”
Hekimoğlu’nun hastalık döneminde yanından hiç ayrılmadınız. Hastanede hep yanındaydınız. Siz nasılsınız?
İyiyim çok şükür. 8 yıl oldu felç olalı. Ben de yaşlandım ama Allah yardım ediyor. Ama bu son rahatsızlığı bizi çok yıprattı. Şükrediyoruz yine de. Ömer Bey’e şimdi “bebeğim” diyorum. Bebek gibi bakıyorum ona.
Birbirinize nasıl hitap edersiniz?
İsmimizle çağırırız. Bazen Ömer Bey derim. O bana Sermin der, bazen de hanım…
Sinirlendiği zaman size nasıl seslenir?
Ekseri Sermin der.
Size hediye alır mıydı?
Evlilik yıldönümümüzde alırdı. Ya bir çiçek ya elbise ya da eşarp…
Her evlilikte olduğu gibi darıldığınız olur muydu?
Ne kadar darılsak da çocuklara belli etmezdik. Fazla dargınlığımız olmazdı. Hele öyle karşı karşıya gelip ağız münakaşası hiçbir zaman yapmadık. Evliliğimizin ilk yıllarında bazen not yazar masanın üzerine koyardı. O kadar. Torunlarına da bunu yapar. Bir şey söyleyeceği zaman onlar için hikâye yazar.
Ömer Bey’e çok mektup gelirmiş. Onları okur muydunuz?
Kendisi açar ve okurdu. Cevap yazar, sonra da mektupları saklamazdı. İnsanların özel hayatları olduğu için hassasiyet gösterirdi. Ben okumazdım. İstemezdi de. Hastalandıktan sonra çok insan geldi. Bize hocam şu iyiliği yaptı, şu zaman şunu yaptı diye. Yaptığını söyleyen biri değildir. Ziyaret edenlerden öğrendim yaptıklarını. Hiçbirinden haberdar değilim. Belki o zamanlar bana söyleseydi razı olmazdım. Tabii gencim, çocuklar var, ihtiyaçlar… İyi ki söylememiş. İyi ki gitmiş, iyi ki vermiş, iyi ki yapmış… Yaptığı iyilikler bize karşı geldi. Nerede sıkışsak orada yardım geldi.
Hekimoğlu’na mektup yazan birçok kadın vardı. Kıskanıyor muydunuz?
Hiç aklıma gelmezdi. O kadar güvenim vardı ki. Eşimi biliyordum. Hiçbir gün kıskanmadım. Onun başka derdi vardı kızım. Davasında bazen gözü ailesini bile görmüyordu. “Derdimi Seviyorum” diye kitabı var.
‘Bir Deliyle Evlendim’ kitabı hakkında ne düşünüyorsunuz?
İlk duyduğumda güldüm. Hatta bana çok takılan oldu. “Bu ismi nasıl kabul ettin?” dediler. Onlara, “Kitabı okumadan bana niye soruyorsunuz ki. Okuyun.” derdim. Kitabın gayesi ve içeriği belli.
Her ailenin kendine ait kısa-uzun vadeli planları vardır. Ev alacaktır, araba, koltuk, çocukların okulu vs. Sizin böyle hedefleriniz, planlarınız var mıydı?
Hiç hedefimiz yoktu. Allah ne nasip etmişse oydu. Aldığımız maaş belliydi. Kendimize göre idare ederdik. Benim de zaten süse, eşyaya merakım yoktur. Minyeli Abdullah kitabı çıktığında Ankara’daydık. Asker aileleri beni merak etmişler, geldiler. Beni gözlerinde ne kadar büyütmüşlerse karşılarına mütevazı bir ev ve hanım çıkınca şaşırdılar.
Nasıl tepki gösterdiler?
“Biz böyle beklemiyoruz.” demişlerdi. Tepkileri tuhafıma gitmişti. “Nasıl böyle konuşabilirler?” diye düşünmüştüm. Yaşantımız hâlâ öyledir. Geçen gün bir radyo Minyeli Abdullah’ı oynatacakmış. Ömer Bey, Osman’a (oğlu Osman Okçu, Timaş Yayınları Genel Yayın Yönetmeni) “Sakın telifini almayasın.” dedi. Oğlum Osman, “Baba, anneme lazımmış, alayım anneme vereyim.” diye takılıyor. ‘Yok’ dedi. Zaten ben de istemem. Bu zamandan sonra elimizden gelen iyiliği yapalım da. Ne iyilik yapabilirsek o bizim için kârdır. Ne yapayım parayı? Ömer Bey, kitaplarından, yazılarından aldığı parayı ailesi için kullanmamıştır. Hepsini Allah yolunda harcamıştır.