İzlenimci ressam Paul Cezanne demiş ki; “İçeride, stüdyoda boyanmış bütün resimler, asla dışarıda yapılmışlar kadar iyi olmayacak.” Şehirli yeni nesil sanatçılar, herhalde bunun için sanatı sokağa, halkın ayağına getirdi. Eleştirel bir dille! ZAMAN / 20 NİSAN 2014
İleride bugünleri ve bu yapılanları nasıl adlandırırlar bugünden kestirmek zor, ama şehir hayatı ‘kendini beğenmiş salon sanatlarını’ tabiri caizse çok güzel ti’ye alıyor. Bizde kötü taklitleri olsa da dünyada protest duruşuyla ve getirdiği yeni anlayışlarla, hakkında söz söylenmesi çok keyifli bir sanat akımı doğdu. Tuvalleri ya da malzemeleri; şehrin duvarları, meşhur caddeleri, ünlü simgeleri… Bir de yüksek güvenlikli müzelerde adeta pamuklara sarmalanıp özenle saklanmış tarihi tablolar, heykeller… Yaptıkları grafiti değil. Biraz siyasi, çokça eleştirel ama şımarık ve eskilerin deyimiyle hergele bunlar! Bu postmodern sanatın adını İngilizceden çevirince bize biraz değişik çağrışımlar yapıyor ama henüz yerleşmiş başka bir ismi ve tanımı yok. Gerilla sanat da denebilir, anarşist sanat da…
Londra sokaklarında ve müzelerinde görülmeye başlandı ilk icraatları ya da yapıtları. Anarşist sanat adını almasına sebep de bu işlerdi. Tarihi bir yağlı boya kadın portesinin üzerine gaz maskesi takmak mesela! İyi bir ‘dünyamız kirleniyor’ mesajı bu. Monet’in nefis bir manzara resmine alışveriş arabası dolusu çöp dökmek mesela. Ya da o nefis yağlı boya tablolarından birindeki ağaçlı yol manzarasının ortasına MOBESE kameraları yerleştirmek. Sanat çevrelerinin çok eleştirdiği bu tahripler “modern, sivri, mizahi ve hiciv unsurları ekleyerek geleneksel sanatı çökertmek” olarak yorumlandı. Fakat efsanevi sokak sanatçısı Banksy’nin bu tahripli işleri şöhretler tarafından yüksek meblağlara alınıyor.
Hani şu Hollywood filmlerinde istila edilip duran dünya var ya işte o istiladan ‘klasik sanatlar dünyası’ da nasibini alıyor! Bu sefer istila edilen altın varaklı bir çerçevenin içindeki muhteşem güzellikteki manzara. Aslında ünlü resimleri değiştirme işi ikibinlerin asi çocuklarının buluşu değil. Walt Disney’in yetenekli çocuğu karikatürist Ward Kimball da yaptırmıştı, 1960’larda. O da James McNeill’in meşhur tablosundaki anneye televizyon izletmişti. Klasik resimlerin reprodüksiyonlarını değiştirmiş, eski zamanları tasvir eden tablolara yeniçağdan eklemelerde bulunmuştu. Mizahi yönü öne çıkan Kimball, bu uyarlamalarıyla aslında bir vakum gibi Amerika’yı içine çeken tüketim çılgınlığı hakkında eleştirel yorum yapıyordu. Bir taraftan hizmet ettiği popüler kültürü eleştiren, egemen paradigmayı mizahi bir dille iğneleyen politik yapıtlardı.
Kötülüğün sıradanlığı!
Bugün Kimball gibi geleneksel üzerinden modern dünyayı eleştirme işini yapanlar bir hayli fazla. Ama İngiliz Banksy için ‘bunların ağababası’ diyebiliriz. Kendisi, eleştirdiği devlet, sanat elitleri ve kültür endüstrisi tarafından kabul almış, beğeni görmüş, ‘yapıtları’ satın alınır olmuştur.
Banksy, Londra sokaklarına yaptıklarıyla meşhur olmaya başlamıştı. Eleştirel duruşu ve derin mesajları tanınırlığını arttırdı. Grafiti sanatçısı olarak başladı, çağdaş sanatçı olarak tanındı da denebilir. Asıl adını kimse bilmiyor! Fakat klasik bir yağlı boya manzara tablosunun içine eklediği, oturan Nazi askeri ‘yapıtı’ 600 bin dolara satıldı. Tablonun adı kendisi gibi çok manidar; “kötülüğün sıradanlığı”. Rakip grafiti sanatçıları onun işlerini karalasa da, bu durum bile şanını yüceltiyor, işlerinin sosyal medyada yayılmasını hatta Londra varoşlarında eski bir bina duvarına yaptığı ‘eseri’nin ziyaret edilmesini sağlıyor. Banksy ve rakiplerinin işlerini görmeye, fotoğraflamaya, önünde selfie çekilmeye turistler gider oldu. Yaşasın anarşist sanat turizmi!
Vandalizm mi, karalama mı, sanat mı?
Müzede sergilenen bir sanat eserini sprey boya ile boyamak, derin bir mesajı olsa da sonuçta zarar vermek ve suç işlemektir. Kamusal alanlarda bina duvarlarını boyamak da öyle. Evet, sokak sanatı bir suçtur. Ama bu suç, sanatçıların ‘yapıt’larını şehrin duvarlarına kondurmasına engel teşkil etmiyor! Nitekim Banksy’inin bununla ilgili meşhur bir çalışması var; duvarı boyayan bir çocuğa sprey boya tutan garson. Avrupa ve Amerika’da çok sayıda grafiti sanatçısı var. Hepsinin kendine has tarzları, siyasi duruşları, eleştiri dili var. Belediyelerin ve hükümetlerin tüm önlemlerine rağmen önü alınamıyor bu ‘sanat’ın!
Peki duvarlara böylesi resimler yapmak vandalizm mi? Kural tanımaz yeni nesil şehir gençliğinin şımarık karalamaları mı? Yoksa sanat mı? Şimdi eleştirmenler, salon sanatçıları ve belediyeler hararetle bunu tartışıyor. Sonucuna tarih karar verecek.
Hevesli turistlere yeni malzemeler
İzlenimci ressam Paul Cezanne demiş ki; “İçeride, stüdyoda boyanmış bütün resimler, asla dışarıda yapılmışlar kadar iyi olmayacak.” İşte bu sözden yola çıkan kültür endüstrisinin başkentlerinden New York geçtiğimiz yılın sonunda Banksy’i davet etti. Kamusal alana yani şehrin dört bir tarafına istediği resmi çizmesine, mesajı vermesine müsaade ettiler. Banksy de çok ses getiren çalışmalara imza attı.
Hem New Yorklu grafiti ve sokak sanatçılarının–burası bizim kamusal alanımız- hem sanat çevrelerinin hem de ‘şehrimizi lüzumsuz yere boyuyor/karalıyor, istemezük’çülerin tepkisini çekti. Medyanın ve hevesli turistlerin ise ilgisini… “Beter out than in/Dışarısı içeriden iyidir” sloganlı etkinlik sayesinde New York, Los Angeles ve Brookleyn tamamen bir sergi alanı oldu. Sosyal medyada milyonlarca fotoğraf paylaşıldı ve paylaşılmaya devam ediyor.
En ilginç iş ise Banksy’nin orijinal eserlerinin Newyork’ta yaşlı bir sokak satıcısı tarafından işporta tezgâhında satılmasıydı. İnsanlar değeri 32 bin dolardan çok olan eserleri imitasyon diye üç beş dolara satın aldı. Tabii tüm bu süreç Banksy tarafından gizlice kameraya alınıyordu. Bu görüntüleri sitesinden yayınladı. İşte şanslı müşteriler (!) ünlü bir sanatçının, pahalı eserlerini ucuza aldıklarını bu sayede öğrendi.
Tüm bunlar sanatta gelişen yeni bir anlayışın ilk adımları. Belki de ileride bugün pop art akımının önemli temsilcilerinden olan Andy Warholl gibi olacak Banksy ve diğer sokak sanatçıları. Ama şu açık ki dar bir oligarşik çevrenin anlayışına hapsolmuş sanat ve piyasası o çevreden, pırıltılı galerilerden çıkıyor. Şehre, kamusal alana hem de çok arsız, sert ve acımasızca giriyor. Kendi de başta olmak üzere tüm algıları, yargıları eleştiriyor.