ANADOLU SERMAYESİ DEMOKRATİKLEŞMENİN GÖSTERGESİ

 

 

 

Boyner Holding Yönetim Kurulu üyesi ve TÜSİAD Başkan Yardımcısı Ümit Boyner, başarılı bir işkadını. Ancak Türkiye onu daha çok sosyal sorumluluk projelerinden tanıyor. Ümit Hanım, Anadolu’yu eşi Cem Boyner’in siyasete girdiği dönemde tanımış. “Birbirimizle aynı fikirde olmak zorunda değiliz ama birbirimizi anlamak zorundayız.” diyen Boyner, AK Parti döneminde sermayenin el değiştirdiği görüşüne katılmıyor. “Sermaye el değiştirmedi, Türkiye’ye yayıldı. Bu da ülkenin demokratikleşmesi adına önemli bir süreç oldu.” diyor. ZAMAN CUMAERTESİ-   21.03.2009

“Yabancı ortaklarımız, kriz karşısındaki soğukkanlılığımıza şaşırıyor”

Ümit Boyner, Türkiye’nin en önemli kadınlarından biri. Boyner Holding Yönetim Kurulu üyesi ve TÜSİAD Başkan Yardımcısı. TÜSİAD’ın Avrupa Birliği’nde Türkiye’yi tanıtmak amacıyla yürüttüğü uzun soluklu projenin de başında. Boyner, Türk iş dünyasının Avrupa’daki yüzü.

Cem Boyner’in eşi ve 5 çocuk annesi Ümit Hanım’ın yoğun bir iş hayatı var. Ama daha yoğun bir sosyal çalışma hayatı var ki, bu onu diğer iş kadınlarından farklı kılıyor. Boyner’i iş toplantılarından çok, sosyal sorumluluk projeleri için koştururken görüyoruz. En son holding çalışanlarıyla birlikte başlattığı Nar projesiyle karşımıza çıktı. Sosyal Hizmetler’de yetişen ve ayrılma yaşına gelen genç kızlara yönelik bir çalışma bu. Devlet elbette bu gençleri ortada bırakmıyor. Okumalarını teşvik ediyor, işe girmelerini destekliyor. Ama Boyner’in hazırladığı proje gençlere özel sektörde de iş imkânı sağlayacak. Proje, Boyner Holding çalışanları için de heyecan verici bir çalışma. Kimsesiz genç kızlara ablalık yapmaya hazırlanıyor, eğitim alıyorlar.

Krizin dünyayı sarstığı şu günlerde 5 yıllık uzun soluklu bir sosyal projeye girme cesareti gösteren Boyner’le hem sosyal projelerini hem Avrupa Birliği çalışmalarını, yani memleket meselelerini konuştuk. 40’lı yaşlarının ortasına geldiği için işiyle ilgili hırsının yerini daha çok sosyal projelere karşı gösterdiği merhametinin aldığını söylüyor. Görüşmemizde sadece bunları değil Boyner ailesi ve Ümit Hanım hakkında da bilgiler edindik. Nereden giyinir, çocuklarının geleceğiyle ilgili ne düşünüyor, emekliliğinde ne yapmak istiyor?

Adınız şirket işlerinden çok sosyal projelerle öne çıkıyor. Bu kişisel bir tercih mi, şirket politikası mı?

İkisi de. Ben 1985’ten beri iş hayatının içindeyim. İnsan belli bir yaştan sonra paylaşmak, geri vermek istiyor. Sosyal projelere daha duyarlı hale geliyor. Zaten Türkiye gibi bir yerde sırça köşkte yaşamanız kolay değil. Yaşantımda böyle bir dönüm noktası oldu. Her zaman sosyal bilincim yüksek oldu, ama 40 yaşına kadar çok vakit ayıramadım. Diğer taraftan sosyal sorumluluk projeleri, çalışanlarda sadakat oluşturduğu için önemli bir role sahip.

Nasıl bir bağlılık oluşuyor?

Mesela gönüllülük projeleri başladıktan sonra insanlardan “Çalıştığım yerle daha çok gurur duyuyorum” cümlesini duymaya başladım. Türkiye’nin sosyal anlamda çok ciddi devrimlere ihtiyacı var. Sosyal hizmetler konusunda şüphesiz devlet önemli bir rol üstleniyor. Fakat gelişmiş ülkelerde bu hizmetlerde özel sektörün ve sivil toplum örgütlerinin devletle işbirliği yaptığını görüyoruz. Biz Nar projesine o yüzden 5 yıllık bir süre koyduk. Çünkü birçok projeye başlıyorsunuz ama sonrasını getirmek önemli. Bu zamana kadar genelde hazırlanmış sosyal projeleri maddi veya manevi destekledik.

Nar projesi nasıl ortaya çıktı?

İç dinamiklerimizden çıktı. Yetiştirme yurtları şu ana kadar özel sektörün dikkatini çekmemiş. Gerçekten de basına yansıyan kısmıyla çok ciddi problemler yaşıyorlar. Oradan ayrılma yaşına gelen genç kızlar hayata alışmakta, sosyalleşmekte, iş bulmakta güçlük çekiyor. Biz özel sektör kısmıyla ilgileneceğiz. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun desteğiyle şimdilik 4 şehirde başladık. Projenin çok farklı modülleri var; psikolojik destekten şiddete karşı bilinçlendirmeye, mesleki eğitimden işe yerleştirmeye kadar… Gönüllüler özel eğitim alacaklar ve mentör (abla), rol model olarak genç kızlara destekte bulunacak, yol gösterecekler.

Hiç tebdil-i kıyafetle insanların arasında gezdiğiniz oluyor mu?

Hayır, ama eşimin siyaset yaptığı dönem, benim için çok kıymetliydi. Çünkü İstanbul doğumluyum. Burada büyüdüm. Babam çok seyahat ettiği için onunla beraber gezdim ama ne olursa olsun belli bir çevreden geliyorum. Eşimin siyaset tecrübesi sırasında çok farklı ortamlarda bulundum. İstanbul’da oturan birisi Muş’a kolay kolay gitmez, ben bu süreçte gittim.

Çocuklara da aynısını yapmaya çalışıyoruz. Birbirimizi kabul etmek ya da aynı fikirde olmak zorunda değiliz ama birbirimizi anlamak zorundayız. Aslında Anadolu’ya gitmeye gerek yok, İstanbul kendi içinde kozmopolit bir yapıya sahip. Fakat bu sefer şöyle bir sıkıntı çıkıyor. Biz çocukken mahallede oynardık. Mahalle mekteplerine gidilirdi. Şimdi insanlar duvarlarını yükselterek yaşıyor. Çocuklarını özel okullara gönderiyor. Evet, İstanbul kozmopolit, ama biz biraz daha ayrılmış hayatlar yaşıyoruz.

Bunun farkında olan bir ebeveyn olarak çocuklarınız için ne yapıyorsunuz?

Bir kere geziyorlar. Mesela bütün çocuklarımız yaz tatillerinde sosyal projelerde çalıştı. Eğitim gönüllüleri projesine katıldı. Çok enteresan, kızlarımızdan biri şimdi Amerika’da okuyor, Peru’da bir kadın hapishanesinde çocuklara baktı. Okulun böyle bir programı varmış. Yani çocuklara toplumda her kültürden ve sosyoekonomik farklılıklarda insan olduğu bilincini vermeye çalıştık.

Kalabalık bir ailesiniz. Ailenize özel zamanlarınız var mı? Pazar kahvaltısı, cuma akşam yemeği gibi…

24’le 13 arasında değişen yaşlarda beş çocuğumuz var. Hepsi okuyor. Dolayısıyla bir güne sabitlemek çok zor. Haftada bir gün, o da herkes Türkiye’de ise mutlaka bir araya geliyoruz. Senede bir birlikte tatil yapıyoruz. Ayvalık herkesin buluştuğu yer. Artık gençlerin hayata başlamaları çok daha zor. Rekabet şartları, iş bulmak, işte kalmak daha zor.

Çocuklarınız için de böyle bir endişeniz mi var?

Tabii. Çocuklarımın profesyonel birikimlerinin olmasını isterim. Onlardan iş kadını ya da işadamı olacaklar diye bir beklentim yok. Ama kendilerini sürekli geliştirmeliler. O isteğe, iradeye sahip olmaları çok önemli. Birtakım şeyler kolay elde edilirse, insanların gelişmesi için engeldir.

Şirketlerinizde çalışmaları için hak etmeleri mi gerekiyor?

Bir aile anlaşmamız var. Bizim ve ortaklarımızın çocukları eğer şirkette çalışmak istiyorlarsa önce dışarıda iki sene çalışmak zorunda. Birikimleri ve tecrübeleri, burada çalışmalarını sağlarsa ancak o zaman olur. Yoksa burada herkese bir anda iş yok. Ama bakalım hangisi seçecek. Onu bilmiyorum. Mesela oğlum avukat olmak istiyor. Küçük oğlum sanata ilgi duyuyor. İşe hiç ilgi duyacak gibi görünmüyor. Kızlarımızdan biri mutlaka sosyal bir şeyler yapacak belli ki. Bir diğeri işin içine girecek gibi inşallah. Ama bizim yönlendirmemiz yok. Yönlendirmeye çalıştığımız nokta kendini geliştir ve öğrenmeye açık ol. Hayatı bırakmamak lazım yoksa hayat bizi bırakıyor.

***

Dikkat çekici kıyafetler giyinmeyi sevmiyorum

Altınyıldız, Benetton, Beymen, Boyner, NetWork, Fabrika, Divarese, Sisley gibi birçok hazır giyim markası ve mağazasının sahibi Boyner genelde düz renk giyinmeyi sevdiğini söylüyor. “Çok dikkat çekici giyinmeyi sevmiyorum. Yalın ve pastel renkler tercih ediyorum. Çok dekolte sevmem. Yaşından genç ve zorlama şeyler de sevmiyorum. Topuklu ayakkabı severim.” diyor. “Bana göre daha avangart giyiniyorlar.” dediği kızları giyimine pek karışmazmış, fakat oğulları ne giydiğini ve nasıl göründüğüyle yakından ilgilenirmiş. Alışveriş yapmayı sevmediğini anlatan Boyner, kıyafetlerini kendi mağazalarından seçiyor. Kendisini ifade eden renginse beyaz olduğunu söylüyor.

Sert bir feminist değilim

“Hem anne hem eş olabilmek güzel bir şey. Diğer tarafta gayet muhafazakâr bir tarafım da var. Ben kadın ve erkeğin eşit haklarının olması gerektiğini düşünüyorum. Ama eşit rolleri var mı? Bir erkek annelik, kadın babalık yapabilir mi? Mecbur kalması durumu ayrı. Ama o rollerin çok farklı olduğunu düşünüyorum. Evlilikte karı-kocanın rollerinin farklı olduğunu düşünüyorum. O anlamda sert bir feminist de değilim.”

***

Başörtüsü sorununu gençler çözecek

TÜSİAD’ın Avrupa’da Türkiye’yi tanıtmayı hedefleyen 10 yıl sürecek projesinin başındasınız. Proje 4. yılında. Ne aşamadasınız?

Tanıtım devam ediyor. AB bizim için önemli bir çıta. Fakat şimdilerde herkeste şöyle bir soru var: AB’nin durumu ortada, ekonomik olarak Türkiye’ye nasıl bir getirisi olacak? Biz hiçbir zaman ekonomik olarak fonlar aksın diye düşünmedik. Siyasi ve sosyal yapısıyla hakların eşit dağıtıldığı bir Türkiye özlediğimiz için AB’yi önemsedik. Zaten böyle siyasi ve sosyal reformlar geçiren bir ülkenin ekonomik refaha ulaşması daha kolay hale geliyor. Ekonomik krizle birlikte Türkiye’nin önemi bence arttı. Türkiye’nin bu noktada nispeten daha sağlam bir finansal sisteme sahip olması. Yabancı ortaklarımız soğukkanlılığımıza şaşırıyor. Herkes bağırıyor, çağırıyor, ama bir şekilde idare ediyoruz. Çünkü kriz yönetmeyi çok iyi biliyoruz. O anlamda Türkiye’nin önü daha açılacak. Şimdi Kıbrıs çok önemli. Kıbrıs’taki seçimlerden sonra ne olacak göreceğiz.

Türkiye’deki seçimden sonra ne olacak sizce?

AK Parti’nin neyi gündemde öne çıkaracağına bağlı. Bir anayasa gündemi gözüküyor. Açıkçası ben eski anayasa tartışmasına dönmeyi çok tehlikeli buluyorum. Şu anda kapatma davalarından ve krizden sonra artan bir bölünmüşlük var. O bölünmüşlüğü yok etmek çok önemli.

Sermayeyi elinde tutanlar bu konuda ne yapabilir?

Sermaye Türkiye’de çok yayıldı. El değiştirdi demeyeceğim. Bence AK Parti’nin ilk döneminde, Anadolu’da çok ciddi bir mobilizasyon yaşandı. Yeni sermaye var, Anadolu sermayesi. Bu Türkiye’nin demokratikleşmesi adına da çok önemli bir süreç oldu. Şimdi aslında el ele verip, birtakım sosyal projeler yapmak lazım.

Başörtülü öğrencilerle ilgili bir açıklama yaptınız ve çok tartışıldı. Tepkiler hakkında ne düşünüyorsunuz? Hâlâ aynı fikirde misiniz?

Tepkileri duymadım, ama olmuş. Açıkçası bazı şeylere çok basit bakmak lazım. Net bir şey söyledim; kadın ve fırsat eşitliği konuşuyorsanız, bu da eğitimde fırsat eşitliği demektir. Herkesin eğitim hakkı olduğunu düşünüyorum.

Kadın örgütleri başörtülü kadınların ve kızların bu mağduriyetini neden görmemezlikten geliyor?

Ortada çok siyasallaştırılmış bir şey var. Türban konusu çok gerginlik yaratıyor. Bazı çevrelerce kullanılan bir sembol haline getiriliyor. O noktada kişisel özgürlüklerden çıkıyor.

Ama esasında bu tartışmaların tarafı olmayan, derdi sadece okumak olan genç kızlar mağdur oluyor. Buna rağmen görmemezlikten gelinebilir mi?

Konunun kolay bir çözümü olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin zihniyet değişimine ihtiyacı var. Bu da kanunla olmuyor. Gençler arasında bu bir sorun değil. Benim üniversite çağlarında çocuklarım var ve bu tartışmanın bu kadar sorun edilmesini anlamadıklarını söylüyorlar. “Bu korku ve tepki nedir?” diyorlar. Mini etek ve başörtüsü, o kadar elmayla armudun karıştırılması ki. Onun için çok provokasyona açık bir konu dedim. Ama gençler bunu yaşamıyor. Bu bile önemli. Gençler çözecek bunu. Nesiller arasında farklar var. Annelerimizin nesli daha kuralcı ve dogmatik yapıdan geliyor. Biz biraz daha az dogmatik bir yapıya sahibiz. Çocuklarımız ise dünyaya daha açık. Bu sorun zamanla ve nesiller içinde çözülecek. Çünkü üstüne gittikçe insanlar daha fazla saflarını sahipleniyor. Çok politize edilmiş bir konu ama aslında tamamıyla sosyal bir sorun.

 

Bu yazı 2009 kategorisine gönderilmiş ve , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.