CADI AVININ GÖRÜNMEYE FATURASI

g-baki-manset

Türkiye zor bir süreçten geçiyor ve yaşananlar ülkenin hem ekonomisini hem de hukuk sistemini derinden sarsıyor. Sürecin görünmeyen bir etkisi de insan kaynakları ve yatırımcılara dair. Kamu kurumlarındaki görevden almalar ve tayinler özel sektörde de yaşanıyor. Birçok başarılı muhafazakâr yönetici, paralel paranoyası yüzünden işinden oldu. Dindar yöneticilere dair özel söktörde oluşan teveccüh yıkıldı. Beyin göçünün son on yıllık kazanımı heba edildi. Yabancı yatırımcılar içinse Türkiye artık öncelikli ülke değil.9 KASIM 2014 ZAMAN/ PAZAR

pazi

Türkiye zor bir süreçten geçiyor ve yaşananlar ülkenin hem ekonomisini hem de hukuk sistemini derinden sarsıyor. Sürecin görünmeyen bir etkisi de insan kaynakları ve yatırımcılara dair. Kamu kurumlarındaki görevden almalar ve tayinler özel sektörde de yaşanıyor. Birçok başarılı muhafazakâr yönetici, paralel paranoyası yüzünden işinden oldu. Dindar yöneticilere dair özel söktörde oluşan teveccüh yıkıldı. Beyin göçünün son on yıllık kazanımı heba edildi. Yabancı yatırımcılar içinse Türkiye artık öncelikli ülke değil.

Türkiye’nin siyasî ve ekonomik olarak normalleşmeye başladığı 2005’ten beri tersine beyin göçü yaşanıyordu. Yabancı sermayenin ülkeye yaptığı yatırımlar Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırıyordu. İşler geçen yıl Gezi Parkı olaylarıyla değişmeye başladı. Cadı avıyla zirveye çıktı. Sermaye de, Batı’da çalışan parlak kariyerli Türkler de gelmiyor. Türkiye’dekiler ise yurtdışına ‘kaçıyor’.

“Maalesef en üstten takip ediliyorsunuz.” dediklerinde doğal olarak “Nasıl yani?” diye soruyor. “CEO mu takip ediyor?” Karşıdan cevap yok. “Patron mu?” Yine ifadesiz bir surat. Mübalağa yaparak müstehzi bir ifadeyle, “Bakan mı?” diyor. Karşısındaki kaşlarını kaldırıyor ve “Daha da yukarıdan.” diyor. “Koca devlet başkanının, bir özel şirketin direktör-genel müdür konumundaki kişinin iş başvurularını takip ediyor olduğuna inandıramazsınız beni. Bu kadarı da olmaz.” Karşısındaki kişi ciddidir. Demek ki bu kadarı da oluyor. İş görüşmesi yaptığı bu uluslararası şirkete karşılıklı anlaşmalarına rağmen başlayamıyor. Sebep, işe alınması durumunda şirketin kapısına maliyecilerin gelmesi, ihalelerin iptali. Yapılacakların, yani tehditlerin listesi uzun. Bize bunları anlatan, en son çalıştığı şirkette direktör konumundayken bir dedikodu üzerine ayrılan birisi. S.A. birkaç görüşme daha yapıp, eğer bir neticeye ulaşamazsa yurtdışına gidecek, “Beyaz yakalı bir yönetici için kariyerinde uzun süreli bir boşluk sıkıntılıdır. Bu süreci değerlendirmek gerek. Türkiye’de garip bir dönem yaşanıyor. Yurtdışında ya çalışarak ya da eğitimle bu toz dumanın dağılmasını bekleyeceğim.” diyor. Hâlbuki bu 30’larının ortasındaki adamın parlak bir kariyeri var. İyi bir eğitimi, yabancı dili, başarılarla dolu bir hikâyesi.

Almanya’daki Mercedes’te çalışabilirsiniz ama Türkiye’de…

Ö.Z., kendi işini kuranlardan. Özel bir şirkette yönetici konumundayken Cemaat’e yönelik başlatılan ‘cadı avı’ neticesinde işten çıkartılmış. Buna çok şaşırdığını söylüyor. Çünkü ne Cemaat’in evlerinde, yurtlarında kalmış ne de okullarında okumuş. Birisi namaz kılıyorsa, partiyle bir alakası yoksa, hele de yöneticisiyse ve dedikodulara kulak asmıyorsa, bir de bulunduğu konuma gelmek isteyenler varsa, hakkında dedikodu yaymak mümkün. Ö.Z., insan kaynaklarında uzman ve bu alanda birçok uluslararası şirkette yönetici konumunda çalışmış. Şunları söylüyor: “Bu süreçte sadece işten çıkanlar-çıkartılanlar değil, herkes yurtdışına gitmeye çalışıyor. Özellikle yarı kamusal şirketlerde ortam çok kötü. Hiç kimse kariyerlerini bu dönemde burada kalarak kirletmek istemiyor.”

Ö.Z., iş dünyasına dair çarpıcı bir gözleminden söz ediyor: “Herkese eşit yaklaşma örneği Türkiye’de uluslararası şirketlerde bile yaşanmıyor. Almanya’da Mercedes’in ofisinde başörtüsüyle çalışabilirsiniz ama Türkiye’de eşin başörtülü ise seni müdür yapmazlar. Bu coğrafyada genel olarak muhafazakârları tepeye çıkarmıyorlar.” Ö.Z., muhafazakâr kimlikli yöneticilerin özel sektörde çalışabileceği belli şirketler olduğunu vurguluyor. Bunlardaki mantığı ise şu şaşırtıcı cümlelerle anlatıyor: “Muhafazakâr adama mescit veriyorsa bunu büyük bir fark olarak sayıyor. Sana bu lütufta bulundum, bizde çalışmazsan başka yerde yok bu şanslar diyor, ona göre daha düşük imkânlarda çalıştırıyor. Seçkin üniversitelerden mezun, işinde uzman kaç kişi tanıyorum, daha az profesyonel olmasına rağmen böyle bir şirkette çalışıyor. Diğerlerinde muhafazakâr kimliğini koruyabileceğini, daha doğrusu saygı duyulacağını düşünmüyor. Zaten bu kimliğiyle oralarda yönetici olması da zor. Muhafazakâr kimlikli yöneticiler için sektörde böyle bir defans vardı, şimdi buna ek olarak ‘paralel’ yaftası çıktı. Kalifiye insanlar bu yüzden Türkiye’de kalmak istemiyor. Bir havayolu şirketinin teknik müdürlüğüne parti referanslı diye sucuk firmasında çalışan bir kimse gelince, bunlarla uğraşmaktansa gidip hem değerlerine saygı duyulan hem de liyakatine göre muamele edilen bir ortamda çalışmak istiyor.”

 

Önyargıları kırmak çok zor

Kariyer danışmanlık şirketi Egon Zehnder firmasının Türkiye ofisi yöneticisi Murat Yeşildere’ye, iş dünyasında muhafazakâr birinin yönetici konumunda olmasının zor olduğu algısını sorduğumuzda önyargılara dikkat çekiyor: “Türkiye’de her kademede çeşitliliğin hazmedilmesi zaman alıyor. Bu çeşitlilik kadın-erkek cinsiyet çeşitliliğinde de geçerli, sizin bahsettiğiniz gibi din ve bununla ilgili farklı alanda da. Hatta milliyet ve dil konusunda da geçerli. Türkiye, kendi boyutunda değerlendirdiğinizde yabancıların en az oranda çalıştığı bir ülke. Bize gelen taleplerde muhafazakârlığın artı veya eksi olarak değerlendirildiği çok fazla taleple karşılaşmıyoruz. Bunlar yazılı hale getirilmek istenen şeyler değil. Bunun da kıyafetle ve davranış tarzıyla ilgili simgesel bir göstergesi yoksa çok fazla anlayabilme şansınız da yok. Biz dünyada bir adayı birine sunarken rapora ne cinsiyetini ne de yaşını yazıyoruz. Ama Türkiye’de hâlâ bunu yazıyoruz. Yazmasak da müşteriler soruyor. Çok basit unsurlarda bile biz o ayrımcılığı, seçiciliği yapıyoruz. Onun için de şuna katılırım; bu ayrımcılık iş fırsatlarının farklı farklı şekilde paylaştırılmasına ve zaman zaman da insanların önünün kapanmasına sebep oluyor olabilir. Hem muhafazakâr hem de diğer kesimde bu çeşitliliğin kabul edilmesi önemli. Ama önyargıları yıkmak Einstein’ın dediği gibi maalesef çok kolay değil.”

Yurtdışındakiler gelmeyi öteliyor

Fırsatı olan herkes normalleşene kadar yurtdışına gitmeye çalışıyor veya gidiyor. Çalışma ve oturma iznini ne yapacaksınız diye soracak oluyorum, cevap çok manidar: “Nitelikli bir çalışanı, hele de başarılı bir yöneticiyi her ülke özellikle de Kanada ve Amerika kaçırmaz.” Murat Yeşildere, muhafazakâr olsun veya olmasın, Türkiye’deki beyaz yakalı yöneticiler arasında Kanada’ya gitmeyi düşünenlerin sayısının fazla olduğunu söylüyor:“Bu binlerce veya yüzlerce değil, belirteyim. Duyduğum onlarca insan. Ama trend diyebileceğim bir durum var ki, yurtdışında çalışan Türk kökenli yöneticilerin, son bir senede Türkiye’ye dönme ilgisi azaldı. 15 yıldır bu işi yapıyorum, tecrübem bu kesimin hep bir gözü kulağı Türkiye’de olduğu yönünde. ‘Buradaki fırsatlar nelerdir, acaba uygun bir şey var mıdır?’ diye bakarlar. Biz insanlara Türkiye’de bir fırsat var, gel değerlendir dediğimizde birçok kimse şu an Türkiye’nin geri dönmek için uygun olmadığını sorguluyor. Bunu öteliyorlar.”

A.K., iş dünyasında durumun saçma bir hal aldığını düşünüyor: “Aptal aptal şeylerle uğraşılıyor. Muhafazakârlar, belediyeye adam sokmaya çalışıyor, devletle iş yapan müteahhitlerin şirketlerinde dedikoduyla insanlar işten atılıyor. Hâlbuki Türkiye’de ekonominin lokomotif şirketlerine bakın… Dünya devleri. Buralarda muhafazakâr kimlikli yönetici yok. İlk defa piyasa yani bu şirketler, muhafazakâr kimlikli yöneticileri, beyaz yakalı, parlak kariyerli dindarları duymaya, ilgilenmeye başladı. Onların da kariyeri bu süreçle sekteye uğratıldı.”

Ö.Z. ise ilerisi için umutlu. Her ne kadar artık küçük ölçekli bir esnaf olsa da toz duman dağıldıktan sonra piyasanın aranılan yönetici adayları olacağı kanaatinde: “Özellikle şirketlerin satın alma direktörlüklerinde liyakatin yanında güven çok önemlidir. Piyasaya şu süreçte işten çıkartılanlar için şunu diyor bu adamlar; parayla, rüşvet, makam ve kadınla satın alınamadı. Devlet eliyle de korkutulamadı. Değerleri var. Bunun için her türlü gücün karşısında dik durabiliyor. Şirketin haklarını da savunacaktır. Ben böyle birini tercih ederdim.”

Cadı avı sadece cemaattekilerin değil, muhafazakâr beyaz yakalıların da kariyerini bitirdi

S.K., “Bu sürece dair hiç özeleştiri yaptınız mı?” sorusuna verdiği cevapla aslında bu soruyu yönlendirirken zihinlerde olan önyargıya dair bir çözümleme yapıyor: “Benim bir cemaate mensup olup olmamam aslında bir şey değiştirmemeliydi. Burada önemli olan, liyakat. İşini doğru yapıp yapmadığın. Bir yöneticinin bir cemaate, cemiyete, fraksiyona, meşrebe dâhil olmasının sorun olmaması lazım. Ancak bu mensubiyet, işinde hukuksuz, haksız uygulamalar yapmasına sebep oluyorsa işte o zaman sorundur. İşten çıkartılanlara dair böyle bir istinat yok. Adam kayırmaktan söz ediyorlar. Kendilerinin yaptığı nedir? Şu var, yönetici işe alacağı iki insandan daha nitelikli olanı değil de niteliksiz olanı bizden diye alıyorsa, evet kabul edilemez. Ama eşit şartlardakilerden biri, ben Galatasaray Üniversitesi mezunu olduğum için o da Galatasaray Üniversitesi’nden diye tercih ederim. Dünyada ve de Türkiye’de iş dünyasında etkili fraksiyonlar vardır. Lions, Rotary, localar, mezun grupları (Harvard, Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, Galatasaray), kulüpler, spor salonları… Devlet kurumlarında ise siyasi ve kültürel gruplar vardı ulusalcılar, ülkücüler, Aleviler, hemşehriler… 2000’lerden sonra buna Cemaat de dâhil olmuştu. Son yaşanan süreç, önünü kesmeye yönelik. Ama bu yapılırken iyi eğitimli muhafazakâr kadrolar ya Cemaat’ten diye atıldı-sürüldü ya da Cemaat’ten olanların yerine getirilen parti torpilliler diye yaftalanmasına sebep olunarak heba edildi. Unilever’in her 25 yılında şirket kültürüne dair bir kitap yayımlanır. En son 90’a kadar olanını okudum. O çeyrek yüzyılda yönetim kadrosunun belli bir okul ve dini cemaate mensuplardan oluştuğuna dair bir istatistiki bilgi vardı. Henüz bu olayların olmadığı dönemde ve buna şaşırmıştım. Görünen o ki Türkiye, bu ufukta değil.”

YATIRIMCININ TÜRKİYE’YE İLGİSİ AZALDI

Murat Yeşildere (Egon Zehnder Türkiye Sorumlusu):

Türkiye, son on yılda çok nefes almadan büyüdü. Pozitif yatırım yapılabilir bir ülkeydi. Ancak geçen sene Gezi olaylarıyla başlayan, sonrasında da aralık olaylarıyla ve kur artışıyla birlikte, özellikle Türkiye’de yatırımı olmayan yabancı yatırımcının yatırım yapma ilgisi azaldı. Yeni yatırımcının Türkiye’ye gelmesinde tedirginlik arttı. Yabancıların ülkeye yatırım yapmasının birincil şartı; yapılandırılmış, iyi tanımlanmış, anlaşılabilir bir mevzuat, kanuni altyapısının olmasıdır. İkinci şartı da bu altyapının keyfi olarak çok sık değiştirilmemesi. Türkiye’de son dönemde yaşananların bir başka unsuru da bu keyfiyetin yavaş yavaş ortaya çıkması. Siz bir karar veriyorsunuz, sonra bir anda bir karar çıkıyor ve bu ya rakibinizi avantajlı hale getiriyor ya da hesaplarınızı değiştiriyor. Veya size verilen izinler bir anda iptal oluyor. Bunlar yabancı yatırımcı için güven veren şeyler değil. Türkiye de dünyada yatırım yapılabilecek tek ülke değil.

YABANCI YATIRIMCININ GÜVENCESİ GÜÇLÜ HUKUK DEVLETİDİR

Prof. Dr. Sumru Altuğ (Koç Universitesi ve City University of Hong Kong):

Hukuki düzenlemelerin sık sık değişmesi insanların ve firmaların mülkiyet hakları, tazminat ve çalışma şartları hakkında belirsizlik oluşturacaktır. Bu şartlarda insanlarda ‘bekle-gör’ tavrı, yatırımları erteleme, yapılan yatırımlardan değerinin altında da olsa vazgeçme gibi tavırlar belirebilir. Son yıllarda küresel krizin etkileri azalmaya başladıysa da jeopolitik risklerin arttığı bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. Bir taraftan Suriye-Irak krizi, diğer taraftan Ukrayna krizi bölgeyi istikrarsızlaştırıp Türkiye’nin en büyük ticari ortakları AB ve Rusya ekonomilerinin yavaşlamasına neden olmaktadır. Aslında tüm dünyada büyüme sorunları yaşansa da Türkiye’nin bulunduğu bölgede bunun arttığını söylemek yanlış olmaz. Buna karşın şu anda bulunduğum Asya bölgesi daha güçlü büyüme göstergeleri ve geleceğe dair daha olumlu beklentilere sahip. Ancak Türkiye dahil tüm gelişen ülkelerin geleceklerini teminat altına almaları, kendi iç dinamiklerini alabildiğine olumlu yöne çevirmekten geçiyor. Bu da daha güçlü hukuk devleti, reform sürecinin devamı ve iç barış gibi unsurları içeriyor. Bu konuda Türkiye’nin karnesini düzenlemek oldukça güç! Ancak şunu söylemek mümkün: Yabancı yatırımcının bu konudaki algıları olumsuza dönerse artan bölgesel istikrarsızlıklarla birlikte Türkiye’yi güç günlerin beklediğini söyleyebiliriz.

Bu yazı 2014, dosya haber, HABERLERİM kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.