Birbirine yakın dönemler. Biri diğerine göre daha kuzeye gidiyor. Ama aynı unutulmuşluk, aynı zorluklarla karşılaşıyor. İkisi de deniz kıyısından mecburen geliyor. Birinin hikâyesini Mahsun Kırmızıgül anlatıyor. Diğerini bizzat öğretmenin kendisi ünlü yazar Ferit Edgü. 18 OCAK 2015 / ZAMAN -PAZAR
Biri diğerinden 4-5 yıl önce gitmiş aynı coğrafyaya. Biri diğerine göre daha kuzeye. Ama aynı yokluk, aynı unutulmuşluk, aynı zorluklar… İkisi de deniz kıyısından geliyor, biri Ege dolaylarından diğeri İstanbul’dan. Bu kadar yokluğu bu kadar unutulmuşluğu ve bu kadar yalnızlığı tahmin etmeden… Ve mecburi bir geliş… İkisinin de medeniyetle dolu hayatları var, ikisinin de şaşkınlıkları… Birinin hikâyesini Mahsun Kırmızıgül şu sıralar vizyonda izlenme rekorları kıran filminde anlatıyor. Diğerini bizzat öğretmenin kendisi, ünlü yazar Ferit Edgü, 1977’de yazdığı romanında. Romanın, daha sonra 1982 yılında Erden Kıral tarafından “Hakkâri’de bir Mevsim diye filmi yapılıyor. Başrolde Genco Erkal. Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki öğretmeni Talat Bulut oynuyor. Bu iki filmdeki öğretmenin de, Türk sinemasında ve edebiyatında sıkça işlenen ‘şarka göreve giden idealist öğretmen’ algısından uzak yapıları var. Çalıkuşu’ndan bu yana Cumhuriyet’in öğretmenleri doğuya/taşraya medeniyet götürür, totaliter ağalarla, yobaz din adamlarıyla mücadele eder ve bir mucize ortaya çıkarır, aydınlanmış (batılı) çocuklar yetiştirir. Mahsun Kırmızıgül’ün filminde mucizeyi öğretmen de yaşıyor.
Gitmek ya da kalmak…
Vizyona girdiği ilk üç günde hasılat rekoru kırınca filmin yönetmeni Mahsun Kırmızıgül teşekkür maksadıyla yazılı bir açıklama yaptı; “Mucize filmini, kalbinden özürlü olmayan, dünyaya kalp gözü ile bakabilen öğretmenlere adıyorum.” Kalbinden özürlü olmayan derken acaba önyargıları mı kastediyor yönetmen? Söz konusu film sakat bir gencin hayat hikâyesi çevresinde doğu sorununa, ekonomik kaynakların eşit paylaştırılmamasına, feodalitenin baskılarına ve artık yeni neslin yabancılaştığı ve hep acılarıyla bildiği Kürt köylülerinin renkli dünyalarına değiniyor. Bu bir sürü yan hikâyeden biri olan öğretmen Mahir’in öyküsü, aslında ‘zorunlu Şark görevi’ (Kanıksanılan bu tabir, rahatsız edici değil mi?) için Doğu’ya daha doğrusu taşraya giden memurların, öğretmenlerin yaşadıklarını anlatıyor. Mahir’in tercihi kendi mucizesi de oluyor aslında. Okulu olmayan köyden gitmek yerine kalıyor. Kendi imkânlarını kullanarak okul yaptırıyor. Üstelik öğretmen Mahir, zengin ve muktedir kayınpederinin torpiliyle kaçtığı zorunlu şark görevini emekli olabilmek için yapmaya gelmiştir Doğu’ya. Mahir’in her Batılı gibi buralara dair ön yargıları vardı. Ama köylülerden kendisini soyutlamıyor, dünyalarının bir parçası oluyor. Çocuklara, onların bilmedikleri dili öğretmek için dillerini öğreniyor. 30 yaşında konuşamayan ve muhtemelen spastik olan birine okuma yazmayı öğretiyor. Bu da sakat Aziz’in iyileşmesindeki mucizelerden biri oluyor. Mahir’i, Türk sinemasının ve edebiyatının ideal öğretmen tipinden ayıran unsurlardan biri, çatışacağı bir imam veya ağa tiplemesi olmaması. Diğeri çocuklarla Kürtçe de konuşması ve öğretmenin veda ederken söyledikleri. Herkesi ağlatan o konuşmada öğretmen köylülere teşekkür ediyor. Çalıkuşu gibi taşraya medeniyet götürme hevesleri yoktu, tamamen bireysel bir istekle emekli olmak için gelmişti. Ama o veda konuşmasında köylülerden çok şey öğrendiğini ve artık bir ideali olduğunu anlıyoruz.
Ferid Edgü’nün ‘O’ romanından uyarlanarak 1982’de çekilen ve aynı coğrafyada ve zamanlardaki bir öğretmeni anlatan Hakkâri’de Bir Mevsim filminde de böylesi bir veda sahnesi var. Sınıfta topladığı öğrencilerine “öğrettiğim her şeyi unutun” diyor. Edgü’nün köyünde Türkçe bilen sadece muhtardır. Ve 6 yıldır yaşadığı Paris’ten Türkiye’ye döndükten üç ay sonra Hakkâri’ye askerliğini yapmaya gitmiştir. Yıl 1964’tür. O zamanlar askerlik görevi yedek subay öğretmen olarak yapılabiliyordu. Hakkâri Valisi Edgü’yü yabancılık çekmemesi için Paris’le kafiyeli Pirkanis’e gönderir. Edgü de, “Böylesi bir zorunluluk olmadan, hiçbir zaman gitmeyeceğim, hiçbir zaman yolumun düşmeyeceği yerleri gördüm. Hiçbir zaman karşılaşmayacağım insanlarla birlikte oldum.” der. Edgü, Hakkâri’nin bu dağ köyünde geçirdiği bir mevsimlik döneminde köyün, bölge insanının halinin tanığı oluyor. Sadece tanık. Mahsun Kırmızıgül’ün öğretmeni Mahir gibi hayatın bir parçası olmuyor. Ya da Cumhuriyet romanlarındaki dönüştürücü öğretmenler gibi köyün köylünün amiri olup medeniyeti empoze etme gayreti gütmüyor. Halbuki kendisini 1950 kuşağından ve soldan görüyordu. Hakkâri’de Bir Mevsim filminin öğretmeni hiçbir zaman idealist bir öğretmen olamıyor.
Zorunlu görevde yeniden doğmak
Hiç şüphesiz İstanbul’da doğup büyüyen ve iyi bir eğitim alan, uzun yıllar Paris’te kalan biri için Hakkâri dağlarında, kar yağınca dünyayla irtibatı kesilen bir köyde geçirilen bir mevsim çok şey ifade eder. Nitekim Edgü bu günlerini yeniden doğmak olarak tanımlıyor: “Ben bir insanın bir kez değil, birçok kez doğabileceğine inanırım. Kimi kez -bir kez doğar insan, yaşar ve ölür. Kimi kez de, doğumla ölüm arasında birçok kez doğabilir. Bunun nesnel değil, öznel koşulları vardır.”
Edgü ve Kırmızıgül’ün öğretmeni Mahir’in gitmesinden 50 yıl sonra da taşraya gidenler için durum değişmedi. Yöre halkı halen yoksun ve yoksul. Halen öğretmenler zorunlu görevli olarak gidiyor ve zamanını doldurup kaçmanın derdinde oluyor. İdealist olanlar vardır tabiî ki ama neyin idealistliği. Bu ideal yöre halkını, kültürünü küçümseyip, dönüştürmeye ve hatta yok etmeye yönelik mi, yoksa bozuk taraflarını düzeltip, iyiye yönlendirmek şeklinde mi?