17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları için Meclis’te kurulan komisyon çalışmaları gündemi epey meşgul ediyor. Bu sebeple köşe yazarlığı yapan, partisine geri dönen Fikri Sağlar’ın kapısını çaldık. Hem geçmişi hem bugünü konuştuk. 14 ARALIK 2012 ZAMAN – PAZAR
Türkiye’de derin yapıların ve rant ilişkilerinin ortaya çıktığı dönemlerde kurulan Susurluk Komisyonu’nda yer alan ve bu sürede derin devletin kirli dünyasına tanıklık eden bir isim Fikri Sağlar. Üç dönem devlet ve kültür bakanlığı da yapan Sağlar; JİTEM, kontrgerilla ve Ergenekon gibi derin yapıların açığa çıkan mensuplarını, tetikçilerini komisyon üyesi sıfatıyla dinledi. İtirafçıların gönderdiği ve belki de CHP’deki parlak kariyerini akamete uğratan, partiden dışlanmasına sebep olan kasetlerle bu yapıların siyasi partilerde, medyada, iş dünyasında yer alan piyonlarının varlığından haberdar oldu. Bağlantı kurduğu ve komisyonunda yer alan birçok kimse şaibeli kazalarda vefat etti. Kendisi de soru işaretli iki trafik kazası atlattı. Ama korkmadı, yılmadı. Hatta partisinin aksine derin yapılarla mücadeleye girişti. Susurluk’un aydınlanması için kararlılık gösterdi. Ergenekon davasını da kendi deyimiyle bir noktaya kadar destekledi.
Bugün 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları için Meclis’te kurulan komisyon çalışmaları gündemi epey meşgul ediyor. Bu sebeple köşe yazarlığı yapan, partisine geri dönen Fikri Sağlar’ın kapısını çaldık. Çok sevdiği ailesinin fotoğraflarıyla dolu çalışma ofisinde dingin ve ötekini anlama gayretinde bir CHP’liyle karşılaştık.
Hükümet, politikaları tartışılmaya başlandığında hemen ortaya muhalefetin tabu olarak gördüğü bir konuyu atıyor; Osmanlıca, kürtaj, kızlı erkekli evler, başörtüsü, Alevilik, Kürtçe… Basını da muhalefeti de yönlendiriyor.
CHP’nin yaptığı muhalefet şeklinden rahatsız olanlardanım. Muhalefet, siyaset yapma biçiminin farklılaşmasıyla mümkündür. Bugün tamamen iktidarın istediği şekilde muhalefet yapılıyor. O da muhalefeti, iktidarın açtığı gündemde kendi istediği noktalarda tartışmaya götürüyor. Oysa gündemin belirleyicisi olursanız iktidarın da ortağı olursunuz. Muhalefet gündemi belirleyemiyor.
MHP, bayrak yakma provokasyonlarına gelmedi. Devlet Bahçeli, tabanını olaylardan uzak tuttu…
AKP iktidarı yaşam biçimini değiştiriyor, değiştirirken gündem farklılaşmasıyla önünü kapatmaya çalışıyor, perdeler koyuyor, o perdenin arkasında ne yapılacağını ve ne yapıldığını söylemeyen bir muhalefet, perdenin önünde onun istediği yerde kavga ediyor. Yanlış bu. Bundan da sıkıntı duyuyor. Çünkü benim yaşam biçimim giderek sıkıntıya giriyor. Dünya çapında bir akademisyen arkadaşım, son derece nüktedan, iyi bir bilim adamı, işlek bir zeka ama müthiş bir tepki içinde, çünkü yaşama müdahale edildiğini düşünüyor.
Nasıl bir müdahale?
Her gün karşımda söven, geçmişi karalayan, bugün de düşman olarak birilerini gösteren, dolayısıyla beni de tehdit eden ve gerçek sorunlarımla ilgilenilmeyen bir atmosferde yaşıyorum. Üzerime üzerime geliyor, tehdit ediyor, kızıyor… Sürekli bağıran biri. Aydın bir vatandaş ‘oynatmaya az kaldı’ noktasına gelmişse toplum müthiş sıkıntıdadır.
28 Şubat sürecinde de aynı baskı vardı. Yaşam şekline müdahale, bir kesime hakaret, baskı… Güç kimin elindeyse diğerine baskı uyguluyor sanki.
Bunun sebebi, bir eğitim, iki kurumsallaşmak. Eğitilmiş bir toplum haklarını ve sorumluluklarını bilir. Bize sadece sorumlulukları anlatıyorlar, askere gidersiniz, vergi verirsiniz, sokağa tükürmezsiniz… Peki haklarım? Bana eşit ve insanca muamele ediyor musun? Aslında 28 Şubat’ın en büyük mağdurları solculardır. O darbeci anlayış, bugünkü darbeci diktatör tek adam anlayışını getirmiştir. Benden olmayanları dışlayarak kendi isteklerini doğruymuş gibi dayatan bir yaşam biçimi ortaya koymuştur 28 Şubat. Bugün de aynı şeyi yapıyor.
Bugün AK Parti’nin hâlâ büyük halk desteği almasının bir sebebi ekonomik diyorsunuz. Diğer sebep 28 Şubat’taki benden olmayanı dışlama politikası olabilir mi?
Hayır. Onun da büyük katkısı vardır. Ama dikkat edin bugün AKP’nin aldığı oy yüzde 40’lardadır. AKP, geri kalan yüzde 50’nin bir araya gelecek onları toplayacak, heyecanlandırabilecek bir iddia ortaya çıkmamasını kullanmaktadır. Bütün mesele ve AKP’nin şansı budur. Onun için de 16 televizyonu ve gazeteleriyle kendi profesyonel algı yöneticileriyle bu yüzde 50 üzerinde yüzde 58’lerdeki kesimi dağınık tutmaya çalışıyor. Benim de muhalefete kızgınlığım budur.
İçinde bulunduğunuz Susurluk Komisyonu’nun sonucu ne oldu? 17-25 Aralık Komisyonu’ndan umutlu musunuz?
Susurluk Komisyonu olmasaydı 90’lara dair bugün JİTEM’in faili meçhullerine dair bildiklerimizi kimse bilmezdi. Bugün Türkiye’nin en önemli konusu, dört bakanın adının karıştığı Cumhuriyet tarihinin muhtemelen en büyük yolsuzluğudur. Belgeleri de var. Maalesef sunuş biçimi, sunulduktan sonra da anlatılış biçimi o kadar yanlıştı ki insanlar hırsızlığı bile görmemezlikten geldi. Bir şeyi ne kadar söylerseniz kanıksar hale gelinir. Şu gerçek var, bunu bütün dünya görüyor. İnsanların tüm delilleri görmelerine rağmen, Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal ayrıştırması, dışlanması, hasımlaştırılması ile yolsuzluk aynı anda ortaya çıktı. Toplumun bir kesimiyle diğer kesimi birbirlerinin ak dediğine kara diyebilecek derecede düşmanlaştırılmaya çalışılıyor.
Kesimden kastettiğiniz AK Parti ve Cemaat mi, AK Parti ve diğer yüzde 50 mi?
Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine biat edenlerle ona biat etmeyenler diye ayırın. Recep Tayyip Erdoğan anlaşılıyor ki bu beş seneyi Cemaat’i paralel diye düşman olarak gösterip onunla geçirecek. Hükümetin yolsuzluklarını, kendi yaptıklarını kapatma telaşı benim gibi cemaate uzak olan kimselerin bile ön yargılarını kırdı. Türkiye’deki işsizlik, haksızlık, adaletsizlik, yargı iflası, borçların üzeri Cemaat’i itham ettiği paralellikle suçlayarak kapatılacak. Nasıl 2007-2011’i dört davayla geçirdiyse. Bu sefer bütün dünyaya bunu anlatmaya çalışıp, kendisiyle ilgili bazı sıfatlar takmaya çalışanların da bu örtüyle gözlerini bağlamaya çalışacaktır. Bu oyun bir yerde iflas edecek ve elinde patlayacaktır diye düşünüyorum. Çünkü biraz evvel de söyledim; bantlara, belgelere baktığınız zaman bunlar somut olarak görülüyor. Diyelim ki benim gibi insanlar, biraz kuşkuyla baktığında, bunu yapanlar hemen derdest edilip yok ediliyorsa, o zaman işe ciddi olarak bakmaya başlar. 10 binden fazla polis. Bu insanlar silah zoruyla polis olmadı. Siz tek tek aldınız, hem de şefine polisine bakarak aldınız. O zaman iyiydiler. Bu insanların görevi ne? Polisse hırsızı yakalamak, dedektifse olayı çözmektir. Görevlerini yapan adamları, görevlerini yapmaktan dolayı suçlamak, ötelemek, sonra da hiçbir şey yapamamak onlara bir oyunun oynandığını gösteriyor. Dün beraberlerdi, ne oldu? Olan şu senin de hırsızlığını ortaya çıkardı. Böyle baktığınız zaman bu yapı vicdanlarda ayrıştırıyor. İki taraftan olmayan insanlar, iki tarafı yan yana getirdiklerinde bu adam dürüst, bunların içinde dürüstler var, bu adam hepten dürüst değil ayrımına giriyor.
Erdoğan, bir zamanlar derin devletin, Ergenekon’un savcısıyım derken bugün onlarla beraber…
Erdoğan şu anda derin devlet haline gelmiştir. Tek parti devleti vardır. Devlet, tarafsızdır. Siyasi partiler tarafsız devleti, kendi programları doğrultusunda yönetir. Onlar aracılığıyla halka hizmet ederler. Şimdi devlet AKP’dir. Vali AKP’lidir. Yargıcın AKP’li olması istenmektedir. Devlet AKP olursa AKP de Recep Tayyip Erdoğan olursa o zaman ciddi bir şekilde tek adam devri olur. Bu 100 gün içinde tek adam dönemi kurulmuştur.
Cumhurbaşkanı mı, daire başkanı mı, şube müdürü mü?
Recep Tayyip Erdoğan’a cumhurbaşkanı demiyorum ben. Çünkü ne olduğunu çok fazla anlamış değilim. Cumhurbaşkanı mı, başbakan mı, şube müdürü mü, daire başkanı mı, genel müdür mü olduğunu kimse bilemiyor. Her sözünde kendine göre bir düşman belirlemiş, o paraleli bahane ederek zaman zaman bir daire başkanının yapacağı görevi, zaman zaman başbakanın yapacağı görevi, zaman zaman bir genel müdürün, bakanın yapacağı görevle ilgili laf söylüyor, talimat veriyor ama kendisi cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanının hiçbir sorumluluğu yok.
Erdal İnönü ile gölge hükümet kurduk
Kuruluşunda yer aldığım SHP’de, Erdal İnönü ile önemli bir siyaset yapma biçimi uyguladık. Gölge kabine yöntemini oluşturmuştuk. Yani mevcut hükümetin gölgesi olarak anamuhalefet partisinin içinde de bir kabinesi vardı. O gölge kabinedeki arkadaşlarımız mevcut bakanları çok yakından takip eder, bakanın söylediğinin doğru veya yanlışlığını, alternatifini ortaya koyardı. 91’de hükümet olduğumuzda bu arkadaşlarımız en başarılı hükümet mensuplarıydı.