BAĞNAZLIK 2…
“Sizinkiler” diyor.
Ülkeyi telef eden, hırsız ve yolsuzlar için beni de onlara katarak “sizinkiler” diyor.
Ama ben sizinkiler dediklerinden değilim.
“Sizinkiler” dedikleri beni bulsa bir kaşık suda boğar.
Bu yüzden, 40 yıl önce onun geldiği gibi gelmişim buraya.
Az önce onu konuştuk.
72’de gelmişler. Dil Tarihte memurmuymuş ne.
Eşi de orada okuyormuş.
Öğrenci olayları filan…
Deniz Gezmiş arkadaşıymış.
Bunu derken koltuğa yaslandı havalı bir şekilde.
Benim de arkadaşım Ezo bizi anlatırken aynısını yapıyor.
Havasını atıyor.
Büyünce Deniz Gezmiş gibi efsane olur muyuz?
Neden olmasın!
Üstelik bizim ulvi ideallerimiz adına bile ayıbımız günahımız olmadı.
Neyse amca konuşuyor halen, 6 aylıktı diyor çocuğum, apartopar geldik.
Bende ne cesaret gelişimi ve sebebimi anlattım.
Ama buna rağmen, kadın-çocuk farketmeden vatandaşına işkence edenlerden bahsederken “sizinkiler” diyor!
Kaf dağının ardına sakladığım kibirim, yanıbaşımda yılgın duran gururum, en yakın dostları öfkemi çağırıyor.
Öfkem bir çırpıda içimdeki Kaf dağına çıkıp, kibirimi almış yanına çığ gibi düşüyor.
Dilimin ucuna geldi gelecekler.
Aklım ve mantığım önlerine geçiyor, hele bir durun!
Hepsi dilimin ucuna yığıldılar, “aç ağzını, dökülelim üzerine” diyorlar.
Ama ben acının bilgeleştirdiği kişilerden olmak istiyorum.
Acının arsızlaştırdığı, zalimleştirdiği değil!
İşte o zaman bana bunları yaşatanlar gibi ve karşımda oturan şu zavallı gibi olacağım..
Çünkü az önce psikolog olan arkadaşım gözaltında copla tecavüz edilen gazetecinin reşit olmayan kızlarının da tutuklandığını anlattığında o zavallı şunu demişti, yüzündeki umarsızlık ifadesi öfkemi çıldırtmıştı,
“Siz Diyarbakır’da yapılanları biliyor musunuz çocuklar!”
Eveeet!
Seviye küt diye düştü, Dil Tarih, Deniz Gezmiş, Münster, içinde bulunduğumuz Picasso Müzesi… herşey bir tiyatro sahnesinin dekor değiştirmesi gibi değişti, İstanbul’da Bağcılar’da yeşil kumar masa örtüsü serili ve cigara kokulu bir kavedeyiz.
Acılarımızı yarıştırma leveline geçtik.
Sonrası küfürleşme ve yumruklaşma ve birimizin bedeni yediği tekmenin şidditiyle kave camını kırarak sokağa düşecek.
Ama dur belki olayların seyrini değiştirebilirim.
Fakat içimde öfkem küfrediyor.
Ben etmiyorum…
Çünkü tiksiniyorum, 40 yıl boyunca şu şehirde yaşamış biri olarak nasıl bu kadar zavallı ve ilkel kalıyor diye düşünüyorum.
Avrupa’ya gelen Türklerin genel açmazı bu.
Kimi 40 yıl önce geldiği haliyle kalıyor.
Aynı kıyafet, aynı şive, aynı ev ve yaşantı.
Bu adam gibiler ise evet Avrupalı gibi giyiniyor, Picasso müzesinin kafesine takılıyor, kafee gross içiyor ama zihniyet aynı.
Bu adamı alsan ve iktidardakinin yerine koysan, ona aynı gücü versen, yani aynı coşkulu halk desteği, aynı devlet gücünü, adım gibi eminim bir farkı olmaz.
Bu cümleyi daha önce de kurmuştum.
Çünkü bu tipler hep beni buluyor.
“Zavallı amaca”, artık böyle isimlendireceğim onu, ilkel kabile mantığındaki cümlelerini söyledikten sonra ayağa kalkıyorum, arkadaşlarım gitmek istiyor, hele biri arkada hissediyorum çok sinirli, yumruklayamayacağına göre bıraksan ağlayacak zavallı amcanın vicdansızlığı karşısında.
Ahanda işte beklediğim pası veriyor.
Dur hele bir dostum, ağlama, bak ne diyorum zavallı amcaya, tekrar sizinkiler diyor ve Türkiye’deki iktidarın yaptığı hukuksuz bir uygulamadan bahsetmeye başlıyor, lafını kesiyorum, artık tutamıyorum, dilimin ucundaki öfkemi, gururumu, kibrimi.
Önce aklım ve mantığım konuşuyor, hepimiz dinliyoruz amcayla beraber,
“Bir dakika neden durmadan ‘sizinkiler’ diyorsunuz?
Şu anda Münster’de, şu kafade karşınızda duruyorsam onlar “bizimkiler” olmadığı için duruyorum.
Ve söylediğinizi hakaret olarak algılıyorum.
Aşağılık bir ırkçılık yapıyorsunuz ve ötekileştirme.
Mesela ben sizi, beni 28 şubat sürecinde üniversiteye almayan ilkel zihniyetli solcu öğretmenlerimden dolayı itham ediyor muyum?
Bana iş vermeyen, devlet dairelerine almayan yobaz solculardan dolayı size sizinkiler diyor muyum?
Bakın Türkiye’nin sorunu iktidardakiler değil.
Türkiye’nin sorunu sizin zihniyetinizdeki insanlar.
Onlar gitse ve mesela sizler gelseniz aynısını yaparsınız.
Arkadaşım size şu anda yapılan işkencelerden söz ediyor, birebir tanıdığımı insanlara.
Siz bana Diyarbakır cezaevi diyorsunuz.
Ben mi yaptım oradaki işkenceleri de bana bunu söylüyorsunuz.
Şu anda cezaevinde tacize uğrayan, tecrit altındaki insanlar mı bu işkenceyi yaptı da hakkettiler der gibi meseleyi oraya çekiyorsunuz.
Şu müzenin önünde kaldırım taşlarının arasında pirinç levhalar var soykırıma uğramış insanların isimleri yazıyor. 40 yıldır onların üzerinden geçiyorsunuz ama gram vicdanınızda etkisi olmamış.
Bu ülkede sadece aileden miras olarak para ve arsa kalmıyor, sizin gibilerin zihniyetinde öfke de kalıyor. Ve bu öfkenizle zalimleşiyorsunuz. ”
Konuşmanın arasında Alevi olduğunu söylemişti.
Alevi ama dine karşıymış, Dedelere yaptığı itirazı anlatmıştı, diyormuş ki “bu çağda kalmadı artık böyle şeyler, kültürel bir ritüel olarak iyi tamam ama geçin bunları.” Bu da öfkemi celelallendirmişti. Dede sana diyorum kızım sen anla misaliydi dedikleri çünkü.
Aklım sakin ol, dinle ilgili böyle düşünebilir onun tercihi ama böyle düşünmeyenlere müdahele ettiği takdirde söz söylenmeli demiştim.
Ama konuşmanın satır aralarında Alevilere, Türkiye’de dindar yobazların yaptıklarına dikkat çekmiş ve yine “sizinkiler” demişti.
İşte bu sebeple cümlelerime şöyle devam ettim,
“Ben 1981 doğumluyum, Uğur Mumcuyu ben öldürmedim, Madımak Otelini de ben yakmadım. Sülalemden de kimse bunu yapmadı. Yapsa da hoş beni bağlamaz. Uğur Mumcu’nun paramparça arabasını gördüğünde annem babam ağlamıştı. Ama ben üniversiteye gittiğimde bana “sizinkiler” uğur mumcu katili muamelesi yaptı, Madımaktaki canları ben yakmışım gibi davrandı.
O zaman da o zalimlerin yanında değildim şimdi de bu zalimlerin yanında değilim.
Ve sizin zihniyetinizin de yanında değilim.
Onlar sizin yaşamanıza müsade etmiyor, siz onların ve ikiniz de bizim gibilerin.
Ama ben ve benim gibiler ikinize de zarar verecek biri değil. O yüzden ikiniz de bana zulmetmekte aynı saftasınız.
Yani o ifadenizi size armağan ediyorum asıl onlar “sizinkiler.”!
…..
Cümlelerim birebir böyle değildir eminim.
Şimdi düşünerek yazdığım için daha süslü ve etkili olabilir.
Ama genel çerçeve böyleydi.
Öfkemi, kibrimi, gururumu durdurabildiğim kadar durdurarak aklım, mantığım ve merhametimle konuştum.
Öteki şekilde onlarla aynı olacaktım.
Zavallı bey amca, yine insaflıymış. Bu konuşmanın ardından özür diledi. “O maksatlı kullanmamıştım hani siz de şey…” (bu sırada başörtüme bakıyor)
“Anlıyorum.”
Ama içimden öfkem bağırıyor, sadece ben duyuyorum, “Sizin bu takım elbisenizle onlara daha çok benzediğiniz aşikar ama neyse”,
“Arkadaşlarım bekliyor” diyor ve yürüyorum.
Kartvizitini çıkarıyor, veriyor bana, diğer amca da arkadaşıma,
“Burada sanat aktiviteleri çok oluyor çocuklar” bekleriz.
Biliyoruz ve geliyoruz zaten.
“Lütfen tekrar geldiğinizde arayın.”
“Olur, tüschs, aufwiedersehen.”
Yoruldum ve yıldım gerçekten bu zihniyetten.
Zamanı, mekanı, milliyeti, eğitim seviyesi farketmiyor.
Sokağa çıkınca göğe doğru baktım ve dedim ki
“Yüce Allahım gerçekten anlamıyorum, mesajın nedir ve neden hep bu ilkel insanlar beni buluyor?” Gülüyor arkadaşlarım, amcaların dediklerini konuşurken, çok sevdiğimiz sanat galerisinin önüne geliyoruz,
“Siboo yeni sergi gelmiş.” içeri giriyoruz, bizim için bitiyor amcalar.
Çıkınca sokakta kimlerle karşılaşalım, amcalar karşımızda, selamlaşıyoruz, öteki amca geliyor, “Özür dilerim ben sizi Türkiye gazetesinden sanmıştım. Ben çok bilmiyorum Türkiye’yi, Erdoğancı sandım çocuklar sizi. Bir daha gelin olur mu?” Zavallı bey amcayla göz göze geliyoruz, o biliyor gazeteleri filan “Gelin çocuklar konuşuruz, biz emekli adamlarız vaktimiz var, kartım var sizde” ceketimin cebini gösteriyor.
O anda karar verdim aramayacağım sizi.
Bu şehre geleceğim İnşalallah sık sık.
Çünkü bende güzel anıları var. Ama sizi aramayacağım.
Bende bu kısmet varken çıkarsınız tekrar karşıma ama ben aramayacağım.
Bu şehirdeki güzel anılarımdan birini Picasso Müzesinde bizi görünce ağlayan kadını bir sonraki yazıda anlatayım.
2017 EYLÜL