12 Eylül döneminin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç anılarını yazdı. Üç ciltlik kitapta yakın tarihe dair çok tartışılacak detaylar yer alıyor. İlk ilahiyat fakültesinde Kur’an derslerinin olup olmadığı, askeri yönetimin Diyanet’ten beklentileri, halk ile yönetim arasında zaman zaman sıkışan Diyanet personeli, 12 Eylül darbesi ve sonrası, Kahramanmaraş olayları, Tunceli’de Alevi köylerine cami yapılması, Ramazan’ın ne zaman başlayacağı muamması ve İslam Ansiklopedisi… yani yakın dönemin çok önemli olaylarına dair çarpıcı detaylar bu kitapta anlatılıyor. ZAMAN-PAZAR- 30.10.2011
Tayyar Altıkulaç, Diyanet İşleri’nin 13. başkanı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en kritik yıllarında bu görevi yapan Altıkulaç anılarını kaleme aldı. Çocukluğu tek parti döneminde geçen, hafızlığını bu dönemde jandarma korkusuyla tamamlayan, açılan ilk İmam-Hatip Okulu’nda okuyan, 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasında Diyanet İşleri başkanlığı yapan Altıkulaç, 28 Şubat sürecini de siyasetçi olarak yaşadı. Yani Altıkulaç Türkiye’nin yakın dönemine tanıklık etmiş biri. Üç ciltlik kitabına Zorlukları Aşarken (Ufuk Yayınları) adını veren Altıkulaç, zorlukları yalnızca kendisi değil Türkiye’nin de aştığını söylüyor.
Altıkulaç, anılarını yazmaya dostlarının ısrarı üzerine başlamış. Tam da Hz. Ali’nin Yemen’de bulunan Kur’an’ı Kerim nüshası üzerinde çalışırken aynı zamanda anılarını da yazmak durumunda kalmış. Her sayfasında şaşırtıcı bilgilerin yer aldığı bu kitap için Diyanet’in Ankara’daki arşivinde yüzlerce klasörden belgeler çıkarmış, “Yazdıklarımın hepsinin belgelerle ve tanıklarla doğrulanmasına dikkat etmeye çalıştım.” diyor.
Altıkulaç kendisine dair iddialara da bu kitapta cevap veriyor. Alevi köylerine cami yaptırdı mı? Necip Fazıl’ın borçlarını Süleymancılar mı ödedi? Süleymancılarla arasındaki problemin sebepleri nelerdi? Erbakan neden bakan olmasını engelledi? İslam Ansiklopedisi nasıl kuruldu? Fethullah Gülen için ne dedi? 12 Eylül sonrası İmam-Hatip Liseleri’nin önemli bir kısmının kapatılmasını nasıl engelledi? TRT ile niçin kavga etti? 1970’lerde başkan yardımcısı olarak girdiği Diyanet’te nelere çok şaşırdı… Daha birçok detay bu kitapta yer alıyor.
Zor dönemlerde zor bir görev yaptığını söyleyen Altıkulaç, bugünkü Türkiye şartlarında Diyanet İşleri başkanlığı yapmayı o günkü zor şartlarda bu görevi yapmakla kıyaslanamayacağını belirtiyor ve ekliyor: “Biz fincancı katırlarını ürkütmeden çalışmak zorundaydık.” Prof. Dr. İsmail Kara’ya anılarını yazması konusunda kendisini zorladığı için teşekkür eden Altıkulaç, “İyi ki zorlamış ve iyi ki yazdım.” diyor.
Generallerin ‘modern başörtüsü’ çözümü
Emekli general Kenan Güven’le başörtüsü sorununu nasıl çözeceklerini konuşurlarken modern başörtüsü modelleri hazırlayıp bazı komutanlara götürmeyi kararlaştırırlar. Modeller Altıkulaç tarafından hazırlatılır ve Ankara Dedaman Oteli’nde buluşulur. Ancak Güven Paşa bu vesile ile Altıkulaç’ın AK Parti saflarında siyasete girdiğini öğreninince bunu hiç doğru bulmadığını söyler. “Paşa açıkça söylemese de bazı sözlerinden, bundan böyle benimle birlikte herhangi bir yerde görünmek istemeyeceği sonucunu çıkarmış ve üzülmüştüm. Bu görüşmenin ardından ne yapacağımızı kararlaştırmadan vedalaştık.” diyor Altıkulaç.
Kocatepe Camii’ni Atatürk Camii yapmak istediler mi?
12 Eylül’den sonra Başbakan Bülent Ulusu, Diyanet İşleri Başkanı Altıkulaç’a Kocatepe Camii’nin adının Atatürk Camii olarak değiştirilmesi konusundaki görüşünü sorar. Cevabı şöyle olur: “Böyle bir değişikliğin bazı çevrelerce istismar edilebileceğini söyledim ve siz Ankara’nın en uygun yerinde, bir yer gösterin, Atatürk’ün adının verileceği yeni bir cami yapalım. Başbakan: “Ama Kocatepe camiinden küçük bir camiye Atatürk adının verilmesi uygun olmaz.” der. Altıkulaç: “Siz yeri gösterin, Atatürk adına Kocatepe Camii’nden daha büyük bir camiyi inşa ederiz” der. Ulusu Paşa “Olur” der ama yer gösterilmez.
12 Eylül sonrası Çankaya Köşkü’nde komutanlar kelime-i tevhit çekti
1982 yılında Kenan Evren’in eşi vefat eder. Defnedildiği gün akşamı köşkte hatim indirilmiş, duası yapılacaktır. Başyaver Albay Cevat Erten biraz beklenmesini söyler. Çünkü bir başka salondaki hanımlar 250 bin kelime-i tevhit çekmeye başlamış. Ne kadar süreceği ise belli değildir. Altıkulaç’la beraber aralarında komutanların da olduğu kalabalık erkek gurubu hanımları bekleyecektir. Albay Erten’e, hanımlara -kabul ederlerse- buradaki konuklarla birlikte yardım edebileceklerini söyler. Öneri kabul edilir, bir yerlerden tespihler bulunup getirtilir ve köşkte sivil asker herkese (komutanlar dahil) dağıtılır. Gerisini Altıkulaç anlatıyor: “Orada bulunan komutanlar dâhil hepimiz köşk için bu olağan dışı ve bir o kadar da samimi hava içinde kelime-i tevhid çekmeye başladık. “lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe illallah…” Okunan kemile-i tevhitleri not etmek görevini de Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer’e vermiştik. Nejat Paşa elindeki deftere yüz sayısını tamamlayanlardan aldığı sonuçları kaydediyor, yüzü tamamlayan ikinci ve üçüncü… yüze başlıyor, benden yüz, benden üç yüz diye verilen rakamlar paşanın defterinde birikiyordu. Nihayet kısa zamanda bu program da tamamlandı; hatmi şerifin ve kelime-i tevhidlerin dualarını yaptık.”
Süleyman Şah’ın cenaze namazını kıldırdı
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in dedesi Süleyman Şah’ın mezarı Suriye’nin Türkiye sınırları yakınında. 1973 yılında türbe Tapka Barajı suları altında kalacağı için mezarın taşınması gerekir. Bunu Türk askerleri ve Altıkulaç yapar: “Mahzen kapağını açtırarak bir erle aşağıya indim. Süleyman Şah’ın kemiklerini önceden hazırlanan torbalara koyduk. Cenaze namazlarını kılıp kendileri için hazırlanmış yeni mezarlara defnettik.”
Alevi köylerine cami yaptırdı mı?
Tayyar Altıkulaç, yıllardır Alevi köylerine cami yaptırdiği için eleştirilir. Kitabında bu iddialara açıklık getiren Altıkulaç, dönemin Tunceli valisi olan Em. General Kenan Güven’in vatandaşların, “Cenazelerimizi yıkayacak kimse yok, camimiz yok.” dediği için Diyanetten cami istediğini söylüyor.
Harley Davidson yüzünden zor zamanlar yaşadı
En son kullandığım motosiklet, Harley Davidson marka idi… Daha sonra noter senediyle satmıştım. Satmıştım ama yıllar sonra bu satışın sıkıntısını yaşamıştım. Şöyle ki: Aradan nerede ise 20 yıl gibi bir zaman geçmişti ki, polis o motosikletin yıllardır ödenmeyen trafik vergileri için beni arıyordu. Ankara’da bulunuyordum ve Diyanet İşleri başkanı idim… Tam medyatik bir olayla karşı karşıya bulunuyordum. Gazetelere düşecek, vergi kaçakçısı olarak manşetlerde yerimi alacaktım. Epeyce korkulu günler geçirdiğimi söylemeliyim. Çok şükür, arkadaşlarımız bir yolla İstanbul trafik şubesi yetkilerine işin mahiyetini anlatmayı başardılar.