Marangoz Hayrettin Baş (64), meşhur gazeteci çocuk fotoğrafının kendisine ait olduğunu söylüyor. İlk kez 1998 yılında tesadüfen gördüğü fotoğraf artık şehrin her yerinde karşısına çıkıyormuş. Baş’la fotoğrafın çekildiği sokağa gittik. Aynı pozu verdi. Hikayesini anlattı. 26-02-2012 ZAMAN
O meşhur fotoğrafın çekildiği zamanın, Münir Nurettin Selçuk’un oğlu Timur Selçuk’un liseden mezun olduğu yıl olduğunu çok iyi hatırlıyor. Gazeteden okumuş. 1958’in yaz günleri. Sultanahmet’te Küçük Ayasofya’nın üstündeki sokakların birinde oturan Samsunlu Baş ailesinin 10 yaşındaki oğulları Hayrettin, aynı sokakta oturan gazeteci ağabeylerinden aldığı 50-60 gazeteyi satarak, günlük harçlığını çıkartırdı. Tren istasyonlarında, fabrika yanlarında, meydanlarda “yazıyooor, yazıyooor…” nidalarıyla o günün haber başlıklarını söyler, okuma yazma bilenlerin merakını celbedip gazete satmaya çalışırdı.
Yine bir gün bayiden aldığı gazeteleri satmaya giderken, karşısında fotoğraf makinesi, başında fötr şapkası, üzerinde krem rengi trençkotuyla zayıfça bir adamın fotoğraf çektiğini görür. Aklı kazanacağı 5 liradadır ya çok önemsemez. Aradan tam 40 yıl geçtikten sonra marangoz ustası olan o çocuk, Sultançiftliği’nde bir arkadaşının atölyesinde çalışırken, ahşap masalardan birinin çekmecesinde bir mecmua bulur. Dergideki eski İstanbul fotoğraflarından birindeki klasik otomobil dikkatini çeker. İnceler. Neden sonra gözü fotoğraftaki otomobilden çocuğa kayar. Ve şoke olur. O çocuk, kendisidir. Burun, ayakkabılar, gazete… ve nihayet fotoğrafın çekildiği gün… Atölyedekilerle bu ilginç durumu konuşur, şaşkınlığını paylaşır. O fotoğrafı yanına alır. Eşi, çocukları, torunları, mahalleden arkadaşları, günlerce bu fotoğrafı konuşurlar.
Şimdi emeklilik günlerini Bahçelievler Kocasinan Mahallesi’ndeki evinde geçiren Hayrettin usta, fotoğrafı çerçeveletir ve duvarına asar. Ama hikâye burada son bulmaz. Hayrettin usta, bir gün Şişli’de, Rum mezarlığının yanından arabasıyla ilerlerken koca panolarda o çocukluk fotoğrafıyla karşılaşır. Bir başka şok daha! Heyecanlanır, çocukluğunu görmek için otomobiliyle birkaç defa gider gelir bu yoldan. Yine aynı fotoğraf aile ve eş dostla muhabbet konusu olur. Derken artık nereye gitse Hayrettin usta çocukluğuyla karşılaşır. Sultanahmet’te, Fatih’te…
Nihayet bir gün Babıali Yokuşu’ndan çıkarken Gazeteciler Cemiyeti’nin duvarındaki koca afişi görünce, gider ve kapıdaki görevlilerden afişten ister. Fotoğraftaki çocuk olduğunu söyler. Ama ikna edemez. Vermezler. Siyah beyaz fotoğrafın kullanıldığı alanlar artınca eş dost söylenmeye başlar; “Hayrettin usta avukata ver, hakkını al.” derler. İşi ciddiye bindirip avukat numarası verenler olur. Aklına yatar gibi olur ama Hayrettin usta, “Gelmişim 64 yaşına, Elhamdülillah emekli maaşım var. Ne yapacağım parayı? Hatırası yetiyor bana. Torunlarıma anı kalacak.” diyor.
“Galatasaray Lisesi’nde okul arkadaşımı gördüm”
Hayrettin ustayı bizimle buluşturan ise 40 yıllık mahallesi Kocasinan’ın postmodern muhtarı Necmettin Ünalmış. Hayrettin amcayla fotoğrafın çekildiği Sultanahmet’deki sokağa gittik. Samsun’dan İstanbul’a göç ettikten sonra 1954 ile 1959 yılları arasında burada yaşamışlar. Kadırga İlkokulu’nda okumuş. Numarası 494’müş. “Arkadaşlarımı da öğretmenlerimi de hiç unutmadım. Hayırla anıyorum.” diyor. Nitekim birkaç yıl önce Galatasaray Lisesi’nin marangoz işlerini yaparken bir öğretmen çok tanıdık gelmiş. “İş yaptıklarımdan biri mi?” diye düşünürken okul arkadaşı olduğunu hatırlamış. Hocayla konuşunca o da hatırlamış. Hayrettin ustanın sınıf arkadaşı onu öğretmenler odasına götürmüş, Candan Erçetin’in de bulunduğu ortamda “Benim okul arkadaşım Hayrettin usta” diye tanıştırmış. Hayrettin amcanın emeklilik saadetini yaşadığı küçük atölyesinin duvarında şu yazılı; “İnsanın ana yurdu çocukluğudur.”