12-08-2012 Sizden hiç sarılıp ağlamak için izin isteyen kadın oldu mu? Arakan’a gidenlere böyle onlarca kadın sarıldı. Önce otobüslerden izledik onları. Yol kenarlarına dizilmiş, çocuklarıyla birlikte bize “Salamun Aleykum” diye bağırıp el sallarken. Yanlarındaki eşleri ve oğulları inleyerek ağlarken. Sonra Arakan’ın en büyük camilerinden birinde Cuma namazı kılmak için durulduğunda biz kadınlar da öğle namazı için caminin yanındaki bir eve girdik. İşte orada Myanmarlı askerlerin, devlet yetkililerinin olmadığı o küçük odada… Türk heyetindeki kadınlara sarılmak için izin isteyen kadınlar sırayla gelip sarılıp ağladılar. Orada kimliği olmayan, sokağa çıkamayan, çalışamayan, evlenemeyen yani yaşaması için gerekli her şey için devletten izin almak zorunda olan o kadınlar, birilerinin onların dertlerini bildiğini, gördüğünü düşünerek umutla ve korkuyla ağladı. Korkuyorlardı diyoruz çünkü ev sahibinin 28 yaşındaki kızı Bi Bi Hafsa Sar; “siz gittikten sonra bizi tutuklayacaklar diye korkuyorum.” dedi. Daha birçok şey dedi; “Hapishanede şaşar gibiyiz. Abim ve babam hükümet görevlisi ama vatandaşlık hakları yok, bizim de yok.” Gözleri ağlarken, yüzü gülen insanlar. Umudun resmimidir bu?
Arakan bölgesinin baş şehri Sitwey eski adıyla Akyab’da Tharpa caddesindeki bu evden çıktıktan sonra konvoy şehri geziyor. Yağmur şiddetini arttırıyor. Birazdan meşhur muson yağmuruna tanık olacağız. Yemyeşil kent sular altında. Sular üstünde desek daha doğru olur. Tek katlı, bir iki gözlü tahta barakalar. Tek tük beton veya tuğla evler var. Onlar da çoğunlukla Budist bölgesinde. Sitwey havaalanından kamplara gitmek için yola çıktığımızda gördüğümüz manzaralar aklımıza geliyor. Yıkılmış tuğla evler (tuğlalar yanık karası), kökünden kesilmiş (kökler yanık karası) ağaçlar. Böyle yağmurun kalıntılarını hızla erittiği yanmış çok sayıda ev-mahalleler gördük. Ve nihayet Müslüman kampı. Resmi heyet yardımları vermek için kamptaki barakalardan birine giriyor. Kamp yetkilisi bilgi veriyor. Sonra kampta kalanlardan iki Müslüman genç çağrılıyor. Gençler resmi heyetin önünde önce “burada bize yiyecek ve kalacak yer verildi…” gibi bildiğimiz resmi heyet cümleleri kuruyor. Neden sonra gençlerden biri ağlayarak ezber cümlelerinin dışına çıkıyor; “2005’te üniversite öğrencisiydim ailem öldürüldü, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Yardım edin.” İşte şu haberlerde gördüğünüz Davutoğlu’nun sarıldığı, Emine Erdoğan’ın ağladığı sahne. Gazeteciler arasında Emine Erdoğan’la daha önce Somali’ye gidenler var, onlar sık sık şu cümleyi söylüyor; “Burası Somali’den beter. Orada insanlar açtı. Burada açlıklarını önemsemeyecek kadar can güvenliğinden yoksunlar.” Sonra Budist kampına gidiyoruz. Daha mesafeliler. Ama onların da köyleri yakılmış. Onlara da yardım yapılıyor. Yol boyunca araçların açık pencerelerinden mektuplar atılıyor. Bize yardım edin, vatandaşlık hakkımız yok, Müslümanları öldürüyorlar, köylerimizi yakıyorlar yazılı.
Arakan ziyaretine Hint okyanusu kenarındaki bir valilik binasında ara veriyoruz. Sahil boyunca Budist gençler guruplar halinde futbol oynuyor. Türk gazeteciler ise uydudan görüntü geçmeye çalışıyor. Müslüman kaplarında tanık olduklarını anlatan haberleri Türkiye’ye gönderiyorlar.