Fotoğraftaki görüntüye dikkat! Vatandaş götürmesin diye kalem naylon iple bağlanmış. Devlet dairelerinde sıkça gördüğümüz bu manzaranın anlamı ne? Fotoğraf, devlet ile vatandaşının ilişkisine ışık tutan bir işaret mi? Bu sorunun cevabını aradık. ZAMAN 24-06-2012
Fotoğraftaki manzarayı birçok devlet dairesinde görebilirsiniz. Vatandaş devletle resmi işlerini yapsın, imzasını atsın, istenilen kişisel bilgileri yazsın diye kalem koymuşlar. Giderken de götürmesin diye naylon ipe bağlamışlar. Naylon ipi de masanın bir köşesine veya fotoğraftaki gibi pencerenin menteşesine iliştirmişler. Postanelerde, hastanelerde, nüfus müdürlüklerinde, kütüphanelerde bu ipe bağlanmış tükenmez kalem görüntüsüyle karşılaşabilirsiniz. Zaten sözünü ettiğimiz devlet kurumlarında genellikle ortam, hiç kimsenin aidiyet hissetmediği, her şeyin öylece konulduğu yani dağınık ve çoğunlukla da kirlidir. Böylesi trajikomik bir manzara vardır devlet dairelerinde. Kaç üniversite bitirirseniz bitirin kendinizi cahil hissedeceğiniz bir ortam. Öylece bakakalırsınız etrafa. Kime soru sorsam derken gözünüze naylon ipe bağlanmış tükenmez kalem ilişir. Devletin vatandaşla yüz yüze geldiği ofislerin fiziki şartları, devletle-vatandaş ilişkisinin düzeyini de belirlemez mi? Ya da devletin vatandaşına ne kadar önem verdiğinin göstergesi değil midir? Devlet dairelerinin pejmürdeliği ve alelade ortamı, içeri girenin de orada çalışanın da psikolojisi bozmaz mı? Siyasiler görkemli ofislerde çalışırken, vatandaştan naylon ipe bağlanmış tükenmez kalemle imza atması istenmesi trajikomik bir durum değil midir? Devletin parası olmadığı için mi böyledir ofisleri, yoksa sistemin aksaklığından mıdır? Yazar Nihal Bengisu Karaca, Ahmet Kekeç, Küçükçekmece kaymakamı Orhan Öztürk ve Genç Siviller’den Turgay Oğur değerlendirdi.
Memurlar da hesap vermeli
Orhan Öztürk (Küçükçekmece Kaymakamı): Türkiye’de devlet halen arz odaklı değil talep odaklı çalışıyor. Çünkü kamu görevlileri siyasiler veya tüccarlar gibi risk ve rekabet ortamında çalışmıyor. Memur ve kamu işçilerinin işini kaybetme riski yoktur, performans ve başarı değerlendirmesi özel sektör gibi değildir. İşe göre adam değil adama göre iş sistemi kamuda uygulanır. Dairelerde gelişmiş ülkelerdeki gibi evrak değil, elinde evrak vatandaş dolaşır. 657 sayılı kanunun kaldırılması veya kapsamının ciddi kısıtlanması, daire başkanlığından itibaren üst düzey idarecilerin belirli süreli sözleşmeyle çalıştırılması şarttır. Devlette esas olan sistemdir, kurallardır. Kişilerin kahramanlığı ile gelişmiş, kalkınmış, zenginleşmiş ülke yoktur. Elbette kişiler daireye farklı güzellikler kazandırır ama bu ülkede yolsuzluk sıralamasında 60’larda oluşumuz kişisel gayretlerin işe yaramadığının göstergesidir.
Devletimiz icraatçı uygulamalardan çıkamadığı için istisnasız hiçbir işi iyi yapamıyor. Bürokratik iktidar halen iş başında olup sorumsuz yetki ve kaynak kullanmaya devam etmektedir. Dolayısı ile bu tür fotoğraflar kamuda daha çok sergilenecektir ve çözümler özel sektördeki gibi sonuç alıcı değil geçici, mevzi kalmaya devam edecektir.
Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler işe göre adam çalıştırma, sonucundan kurumsal olarak etkilenme olgusu dolayısı ile aksaklıklarını düzeltmektedirler. Ancak hurdaya çıkmış arabayı iyi şoförler eliyle düzgün çalıştıramazsınız. Türkiye insani gelişmişlik endeksinde 84. sırada ise bunun sebebi bu katolik nikahına benzer çalışma sistemidir. Anayasaları yasaları değiştirmek bu açıdan istenen sonucu verecek iller değildir. Çünkü kamu, vermediği hizmetin hesabının sorulduğu yer değildir, bu hesaplar sadece siyasilere sorulmaktadır. Bazı şeyler düzelmiştir ama 80 senede 90 hükümet bu hesabı vermediği için gelmiş gitmiştir.
Görüntüye aldanmayalım
Nihal Bengisu Karaca (Yazar): Fatih projesiyle tutarı milyon dolarları bulan akıllı tabletler açıktan dağıtılıyor, ama ‘tenhada’ vatandaşa böyle hizmet veriliyor. Ama görüntüye aldanmamak gerekir. Görüntüye sık sık aldanan bir ülke olduğumuz için hatırlatmak isterim: Yakaları eprimiş bir gömlekle uluslararası ziyaretler yapan Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olduğu ülkenin nanoteknolojide aldığı mesafe, yöneticileri çok şık giyinen bir ülke olmamıza rağmen bizim için hayal. Eprimiş gömlek ya da ipe bağlanmış kalem ölçü değil. Nasıl bir değer ürettiğin önemli. Manzaranın ‘acıma hissi uyandırdığını’ düşünsem de önem derecesini hayati bulmuyorum.
İçinde “devlet malı” geçen özlü sözlerimiz vardır
Ahmet Kekeç (yazar): İçinde “devlet malı” ifadesi geçen birtakım özlü sözlere ve darbımesellere sahibiz… “Devlet malı”, aynı zamanda, zımni bir ortaklaşacılığa işaret ediyor. Bir şey devlet malı olduğu an, otomatikman vatandaşın tasarrufuna ve kullanımına da açılıyor. Zihnimiz buna göre şekillenmiş. Bu cümleden olarak, “devletten çalmak” da zaman zaman hoş görülebiliyor. Fotoğraftaki “naylon ip ucunda devlet” görüntüsü bunun en sofistike anlatımı. Birçok şeyi özetleyen bir fotoğraf bence…
İsraf şampiyonu devletin, tutumluluğu tutmuş
Turgay Oğur: 1000 yıllık diye övündüğümüz devlet geleneğinde estetik ihtişamın, gücün göstergesiydi. Bu nedenle kamu binalarında, kamu görevlisi kıyafetlerinde kurum temsiliyeti gereği estetik ön plandaydı. Memurlar prim sistemine göre çalışırdı. Yani asgari ücret alır, ayrıca yaptıkları iş başına artı gelir elde ederlerdi. Bu da hızlı işleyen bir sistem olmasını sağlıyordu. Ayrıca vatandaş da kendisine iyi davranan memuru tercih ediyordu. Yeni cumhuriyet eskiye ait ne varsa çöpe attı. Osmanlı bürokrasisi; görgü, bilgi ve geleneğiyle birlikte dışarıda bırakıldı. Normal şartlarda o mevkilere gelemeyecek muhteris bir grup, yeni cumhuriyetin üst düzey bürokrasisini oluşturdu. Aynı memurlar tek partinin de omurgası oldu. Ankara valisi aynı zamanda CHP il başkanı ve belediye başkanıydı. Tek parti dönemi bir memurlar iktidarıydı yani. Haliyle devlet hizmet eden değil hükmeden bir aygıttı. Sonuç asık suratlı memurlar. Çirkin binalar, ofisler. Çok partili sisteme geçtiğimiz günden bugüne çok ağır bir değişim yaşanıyor. Ancak kesin çözüm nüfus dairelerini bile özelleştirmek. Büyük çaplı israf şampiyonu devletin en olmadık yerde tutumluluğu tutar. Bu, bilinçaltından beslenen bir suçluluğun gizlenme çabasıdır. En adi kalemi en adi iple binaya bağlayıp sağlama almak, bu sahte çabanın şahikası olabilecek bir görsel şölen olarak karşımızda duruyor.
Kültür Bakanı’nın hiç uğramadığını görüyorum
Mimar Emre Özgüder: Biraz iç mimar gözüyle bakılınca, ipin ucuna kadar gitmeye gerek yok, bizler zaten devleti her zaman resimdeki gibi bir meşe rengi olarak tanıdık. Bizim devletimizin bize görünen yüzünü, biz, nerede olsa tanırız. Beyazıt Kütüphanesi’nden Cumhurbaşkanlığı Köşküne kadar her katta devletin yüzü aynıdır. Ama ben resimde, devletine rağmen var olmaya çabalayan insanı da görüyorum. Sabah işe gelirken poğaça aldığı pastaneden bu iş için ip alan, bunu da kısa geldiği için ertesi gün bir düğümle uzatan devlet memurunu görüyorum. Bu derdini bir türlü anlatamadığı müdürünü görüyorum. Beyazıt Kütüphanesi’nde bir şeylerin peşine düşmüş; ama ortada tükenmez kalem bulunca onu cebine indiren adamı görüyorum. İstanbul’un en büyük kütüphanesine Kültür Bakanı’nın hiç uğramamış olduğunu görüyorum. Devletin, kıyaslandığında uyduruk sayılacak bir kahve zinciri kadar bile tasarım ve kurumsallıktan anlamadığını veya umursamadığını görüyorum. Kimsenin bu görüntüden rahatsız olmadığını ve bunun böyle sürüp gideceğini görüyorum.