Siyaset Bilimci Ahmet Okumuş modern insan ile ahlâk arasında bir uçurum oluştuğuna dikkat çekiyor. Okumuş’a göre bu durumun önemli sebeplerinden biri aile ve arkadaşlık ilişkilerinin bozulması. Sosyologlar, felsefeciler ve ilahiyatçılar ise bunu ahlâk ayarlarının değişmesine bağlıyor. 12 EKİM 2012 ZAMAN
Günde beş vakit namaz kılan bir insan neden ve nasıl yalan söyleyebilir? Oruçluyken, bir taksi şoförü fazla para almak için müşterisini nasıl dolaştırabilir? Kâbe’de günahları için ağlayan bir iş adamı çalışanının maaşını neden geç verir veya hakettiği kadar vermez? Namaz kılan, oruç tutan birisi, esnafsa nasıl hileli mal satar, memursa nasıl mesai saatleri içinde farklı şeylerle uğraşır? Allah’tan korkan bir insan, nasıl bankada öne geçmeye çalışır, işlerini halletmek için araya hatırlı kimseler koyar, sırada bekleyenlerin hakkına girer! Hz. Muhammed (sas) ki güzel ahlakı tamamlamak üzere gelmiş bir peygamber. İslam güzel ahlakı tamamlamak için var. Dolayısıyla namaz kılan, oruç tutan, ibadetlerini yerine getiren insanlar böylesi basit ahlâk kurallarını neden ve nasıl ihlal eder?
Bu sorulara sosyolog Alper Bilgili, İslam’ın ahlâkının halkın gözünde merkezî bir yer işgal etmediği cevabını veriyor: “Halk İslam’ında ahlâk ilkelerine, ibadetlere kıyasla daha düşük bir değer atfediliyor ve dinin zaman zaman terk edilebilecek unsurları gibi algılanıyor.”
Felsefe profesörü Ali Osman Gündoğan, modern insanın din algısında büyük bir sorun olduğuna dikkat çekiyor ve dinî anlamda bir simülasyon yaşadığını söylüyor. Günümüz insanı dini, o atmosferdeymiş, o cihazı kullanıyormuş hissi yaşatan simülasyonda olduğu gibi yaşıyor. Sanalla gerçeği birbirine karıştırıyor. O yüzden de namaz kılan biri kul hakkına girebiliyor. Oruçluyken yalan söyleyebiliyor.
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Okumuş, modern insanın ahlâkla arasında oluşan uçurumun sebeplerinden biri olarak aile-eş-dost ilişkilerinin bozulmasını gösteriyor. Okumuş, ahlakî erdemlerin akrabalık, komşuluk, dostluk ilişkileri içinde filizlendiğini düşünüyor. Sanal alemde sosyalleşirken gerçekte yalnızlaşan modern insan, ahlâktan uzaklaşıyor ve belki de ahlâkı öğrenemiyor, yani tecrübe edemiyor. Okumuş, tüm İbrahimî dinlerin ahlakî tekâmül sürecinde sevgiye ve muhabbete verdikleri yeri hatırlatıyor ve diyor ki; “Ahlâk esasen bir öz-dönüşüm meselesidir, hal meselesidir. Benliğin sevip bağlandığı belirli idealler istikametinde şekillenmesini talep eder. Sureta bir dindarlık ahlakî kemal ve yetkinleşmeyi garanti etmez. Neye muhabbet besliyoruz? Sevgimizin odağında olan ne? Dindarane şevk ve edimlerimizin ufkunda ne var? Kendimize bu sualleri sormalıyız.”
Küreselleşme ahlâkî değerlerle oynuyor
Sosyolog Alper Bilgili: “Her ne kadar ampirik bir araştırmaya sahip olmasak da Müslümanların ahlâk konusunda dinlerinin gerektirdiği kadar ahlâklı olmadıklarına şahitlik ediyoruz. Bu konuda birkaç faktörün etken olduğunu düşünüyorum. İlk olarak İslâm’ın ahlakının halkın gözünde merkezi bir yer işgal etmemesi geliyor. ‘Halk İslamı’nda ibadetlere kıyasla daha düşük bir değer atfedilen ahlâk ilkeleri, dinin zaman zaman terk edilebilecek unsurları gibi algılanıyor. Dolayısıyla, örneğin Müslümanlardan, yakınlarının aleyhine de olsa adaletten şaşmamalarını isteyen ayet kolayca göz ardı edilebiliyor. Bu genel algının bilhassa küreselleşme ile daha da güçlendiğini gözlemliyoruz. Küreselleşmenin etkisiyle kapitalist değerlerle zevki ve hazzı artırmaya yönelik düşünce yapısı medya ve internet aracılığıyla insanlara aşılanıyor. Dahası komünizm gibi İslâm’ı ve dinleri doğrudan karşısına alan bir ideoloji olmayan kapitalizm ve onun uzantısı olan değerler inananların zihnine daha kolay nüfuz edebiliyor. Para kazanma, her ne pahasına olursa olsun çok daha fazla para kazanma, tarihin her döneminden daha fazla önemli hale gelmiş oluyor. İnsanların eğitimlerini, işlerini, gün içindeki eylemlerini bu zihin yapısı belirliyor. İslâm ile kapitalist amaçların çeliştiği yerlerde ise inananlar belli meşrulaştırmalara gidiyor ve dinin ahlaki öğelerine aykırı eylemlere girişebiliyor. Bununla beraber inananların İslâm’ın gerektirdiği kadar ahlâklı olmadıkları iddiasından dindar Müslümanların ortalama bireyden daha az ahlâklı olduğu sonucunu çıkaramayız. Unutmamalı ki bir dindarın ahlâka aykırı hareketi dindar olmayandan çok daha fazla göze batıyor. Ben her şeye rağmen Allah korkusu ve Allah rızası kavramlarının birçok inanan için güçlü motive ediciler olduğu kanaatindeyim.”
Değerin yerini heves alıyor
Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan “Ekonomiden eğitime, eğitimden siyasete, siyasetten spora kadar her alanda genel etik ilkeler açısından bakıldığında sürekli olarak bir değer aşınması ve kaybı yaşanıyor. Bu değer kaybı ve aşınmasını gösteren örnekler, aslında insanların eğitim ve ekonomik seviyeleri ile dindar-laik-muhafazakâr-liberal gibi dünya görüşleri açısından da pek bir farklılık göstermiyor. Burada temel ahlâkî zeminde bir kayma yaşandığı rahatlıkla söylenebilir. Modern dönem, her alanda olduğu gibi ahlâk alanında da sekürlerleşmeye neden olmak sûretiyle bu dünyadaki insan eylemlerinin üst bir manevi otorite tarafından kontrolünü veya kontrol fikri ve duygusunu ortadan kaldırdı.
Ahlâkın yerini hukuk aldı. Bu durum, ahlâkın yaptırımı aleyhine bir sonuca da neden oldu. ‘Kitabına uydurmak, kanuna uydurmak’ biçimindeki sözlerde olduğu gibi insanın alışkanlıklarına egemen olan değerlerin yerini gündelik amaçlar için uygun vasıtalar almaya başladı. Değerlerin ortadan kalkması, eşdeğer olarak ahlâkın da ortadan kalkmaya başlaması anlamına gelir. Bu değerlerin değersizleşmesi denilen bir durum olan nihilizmin de başlamasıdır.
Modern insan üzerinde değerlerin yaşanması açısından olumsuz etkiler bırakan önemli vasıtalardan biri de, insanları gerçek dünyadan koparan ve her ferdin yalıtılmış sanal dünyaların içinde bulunmasıdır. Çünkü sanal dünyalar, herhangi bir kural ve değer tarafından kontrol edilmez. İnsan bilinciyle gerçek dünya arasında çatlak oluşmasına neden olan bu durum, ahlâk olgusuna ve bu olgunun tâbi olması gereken ilke ve değerlere yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Kaynağında mutlak değerler bulunmayan bir ahlâk, nihilizme giden yoldadır. Hiçbir değer tanımamak ya da bütün değerlerin ahlâk bakımından eşit olması denilen bu durum, maalesef bütün insanlar üzerinde etkilidir. Bunun önüne, hayata dokunan ve değerler eğitimini esas alan bir eğitim sistemini hayata geçirmek suretiyle geçilebilir. Ayrıca amaçlar ile araçların birbirine karıştığı bir dünyada din, ekonomi, eğitim, siyaset, hukuk, ahlâk v.b gibi alanlarda amaç değerler ile araç değerlerin yerinin değiştirilmesinin ortaya çıkardığı olumsuz durumun da önüne geçilmelidir. Kötü örneklerin artması ve yaygınlaşması, bu artma ve yaygınlaşmanın anında bütün kitlelere iletilebilir durumda olması, insanların zihinlerinde ve vicdanlarında zamanla hassasiyetsizlik oluşturmaktadır. İdeal önermelerden oluşan ahlâki hükümler ile gerçeklik arasındaki tutarsızlıklara hassasiyetsizlikler de eklenince ahlâkın yerini ahlâksızlık almakta ve ahlâk dışı olan ahlâk olarak algılanmaya başlanmaktadır.”
Modern hayatın dayattığı ahlâk günümüz insanın imtihanı
Prof. Dr. Ahmet Hikmet Eroğlu: “İslam dininin temel özelliği ritüellerinin hepsinin insan için olması. Halbuki başka dinlerde ibadetler tanrıyı memnun etmek içindir. İslam dininin özünde yapılan ibadetlerin hepsinin insanın kendisine faydası olması mantığı vardır. Allah’ın kulun ibadetine, kurbanına ihtiyacı yoktur. Tam tersine kulun ihtiyacı vardır. Dolayısıyla ibadetine dikkat edenlerin, daha iyi ve ahlâklı olması gerekir. Buna rağmen Müslümanlarda tersi durumlar gözlemleniyor. Bunun din anlayışındaki yanlışlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Bir insan başkasının malına göz dikiyorsa, devletin malını hor kullanıyorsa, yakınlarına vermekten çekinmiyorsa, yalan söylüyorsa din anlayışında bir sakatlık var demektir. İnsanda ahiret inancı varsa, hesap vereceğini biliyorsa kul hakkını nasıl yiyor? Bu sorular akla ‘Gerçekten inanıyor mu?’ sorusunu getiriyor. Bence herkes kendine bu soruyu sormalı. Ve ben günümüz insanın imtihanının bu olduğunu düşünüyorum: Modern hayat ve dayattığı ahlak anlayışı…”
Yeni nesiller ahlâkı usta-çırak usulü öğrenir
Prof. Dr. Muhit Mert: “İnsanımız belki bir şeyler öğreniyor ancak eğitim bundan daha farklı bir şey. O bir ruh terbiyesinden ibarettir. Tıpkı insanın teorik olarak jimnastiğin nasıl yapılacağını bilip de jimnastik yapmaması/yapamaması gibi bir şeydir. Eğitim belki çocuk ile anne-baba arasında öğrenciyle öğretmen arasında bir usta çırak münasebeti içerisinde olabilecek bir şeydir. Bir usta nasıl ki çırağına sadece sanatının inceliklerini öğretmez, aynı zamanda o sanatı icra ederken hangi ahlaki kurallar ve manevi değerler çerçevesinde icra edeceğini de öğretir, aynen öyle de anne-babalar veya öğretmenler çocuklara bir şeyin bilgisinin yanında o şeyin sosyal hayattaki uygulamalarında dikkat edilmesi gerekli ahlâkî kuralları, manevi değerleri de çocuğun ruhuna nakşetmelidir ki büyüdüğünde hayatını bu kurallara göre yaşasın.”
Aile ve dostluk bağları kopunca ahlak da gidiyor
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Okumuş: “Ahlâk insanlar arası somut ilişkiler içerisinde yeşerip, insanın sosyalleşme ve özneleşme süreçleri içinde belirginleşir. Aile, akrabalık ilişkileri, komşuluk, dostluk, hemşehrilik, ahlâkî benliğin içlerinde oluştuğu ana zeminlerdir. Bunlara aynı zamanda erdemlerin fideliği denir. Ahlâkî erdemler önce buralarda filizlenir. Fakat bu somut bağlamların, bu ilişkisel ortamların dokusu aşındıkça ahlaki pedagojideki rolleri de zayıflar. Günümüzde ahlâkî benliği inşa eden bu somut bağlamları