Yesen bir türlü yemesen başka… Hadi yedin, peki sağlıklı mı besleniyorsun? Haftada kaç kez maydanoz suyu içiyor, pırasa pişiriyorsun? Kaç kilosun? Biraz göbeğin var sanki? Koşu bandı mı alsan? Yok yok spor yapmak lazım, yaş ilerliyor. Televizyondaki pek ünlü ve havalı beslenme uzmanı da uyarıyor aman dikkat. Kısacası yemekle kafayı bozduk vesselam. 19 OCAK 2013 ZAMAN
Türkiye’de 55 üniversitede beslenme ve diyatetik bölümü var. Çünkü diyetisyen ihtiyacı ülkemizde had safhada. Türkiye Diyetisyenler Derneği Başkanı Dr. Ahmet Dağ söylüyor bunları. Dağ, doğumundan itibaren insanlara doğru beslenme alışkanlıklarının kazandırılmasında ve bunun bir yaşam tarzı haline getirilmesinde diyetisyenlerin kritik bir role sahip olduğunu da söylüyor. Ancak Türkiye’de her yüz bin kişiye düşen diyetisyen sayısı 4. Bu sayı Danimarka’da 25, Hollanda’da 20. İşte bu yüzden yani azın kıymetli olmasından herhalde, ülkemizde diyetisyenler pop yıldızı muamelesi görüyor. Sadece verdikleri mucizevi diyet formülleri değil evlenmeleri-boşanmaları bile haber değeri taşıyor. Onlar ünlü olur da ünlüler beslenme uzmanı olmaz mı? Yurtdışında üç-beş aylık kurslara gidip beslenme danışmanı olarak ofis açan çok ünlümüz var. Ve çok da para kazanıyorlar. Dağ, bu sebeple Diyetisyenler Derneği adına; “İnanılmaz bir bilgi kirliliği içindeyiz; sihirli, şok diyetler, mucizevi zayıflama aletleri, kilo verme küpeleri… Bazıları neredeyse güldürücü nitelikte olabilmektedir.” diyor.
Yemek yemenin modası olur mu, olur!
‘Zayıflama şekilleri’ modasının bir de ‘sağlıklı beslenme’ versiyonu var ki midelere şenlik. Mesela şu sıralar meyve suyu kürleri çok popüler. Pek ünlü ve havalı beslenme uzmanı ‘lifli posalı yiyecekleri yiyin’ modasını estirdikten sonra şimdi de havuç, nar veya maydanoz suyu içmeyi öneriyor. Bir de bu suları mutlaka cam şişede tüketmek gerektiğini. Köşesinde sık sık ‘sağlıklı yaşam ideolojisine’ değinen, gıda endüstrisinin giderek gaddarlaştığını söyleyen Haşmet Babaoğlu’na göre iş neredeyse “yaşam, sağlığa zararlıdır” noktasına getirildi. Babaoğlu, Sabah gazetesindeki köşesinde; “Yiyeceklerin şifa yanlarını vurgulamak başka, yiyeceği sadece ilaç gibi algılatmak başka.” diyerek beslenme uzmanlarının insanları nasıl etkilediğine dikkat çekiyor.
Sağlık meslek yüksekokullarında 4 yıllık beslenme uzmanlığı bölümü okuyanlar veya yüksek lisansını bu alanda yapanlar diyetisyen/beslenme uzmanı oluyor. Aslında beslenme uzmanlığının ortaya çıkması, daha doğrusu sağlıklı insanların beslenmesiyle ilgilenmeye başlaması endüstri devriminden sonra olur. Büyük sanayiciler şimdiki beslenme uzmanlarının ataları sayılabilecek uzmanları istihdam ederek öğle yemeklerini en ucuz ve en çok enerji verecek şekilde ayarlamasını istediler. Sonra tabii üretim bolluğu, fast foodlar, yemek sanayii, obezite, zayıflama yolları, zayıflama sanayii derken günümüz insanı yemekle hem bedenini hem de kafayı bozdu. Beslenme uzmanlarından medet umdu. Beslenme ise ekonomiyi, insan psikolojisini ve sağlığını etkileyen önemli bir sektör haline geldi. Hatta girdap. Ve bu girdabın temel çarklarından biri de beslenme uzmanları. İsterlerse dev endüstrinin bir parçası olabilirler, isterlerse bunu durdurabilirler.
YALNIZ VE MODERN İNSANIN BİYOLOJİK SİLAHI
Bir endüstri haline gelen beslenme ve zayıflama sektörü, evet insanların beslenmeyi takıntı haline getirmesine sebep oluyor ama işin bir de insan psikolojisiyle ilgili boyutu var ki, Fatih Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Nalan Linda Fraim buna dikkat çekiyor. Günümüz insanı yemek yemeyi ihtiyaç listesinden çıkartıp psikolojik bir “silah” olarak kullanıyor. Fraim, bu kimselere “yemekgezer” diyor, uyurgezerden mülhem. Yemek yemek yalnız ve modern insanın biyolojik silahı. Ve bu silahı her kullandığında, intihar etmişçesine pişman olunuyor, mutsuz olunuyor. Sonra diyete başlanıyor. En küçük sıkıntıda tekrar yemeğe başvuruluyor. Sonra yine diyet… Her pazartesi diyete niyet eden insanın psikolojisi işte böyle bir şey.
YEMEK YEMEK SUÇ MU?
Obezite, küresel boyutta önemli bir halk sağlığı sorunu. Eski zamanlardaki veba gibi. Bugün Türkiye’de 30 yaş üstü Türk erkeklerinin yüzde 20’sinde, kadınların yüzde 44’ünde obezite tespit edildi. Obezite yani aşırı şişmanlık kalp damar hastalıklarına, diyabete, kansere sebep oluyor. Tabii bunun yanında birbirinden lezzetli yemekler yapan restoranlar, bir tıklamayla veya telefonla istediğiniz yemeği ucuza kapınıza getirenler, kolay çorbalar, lezzetli pastalar… Yemek endüstrisi bir yandan iştah kabartırken, diğer yandan obezite tehlikesine dikkat çekip de niye insanlara yedikçe suç işlemiş gibi hissettiriyorlar? Cevabı uzman Dr. Murat Beyazyüz’ün şu cümlelerinde gizli: “Mahallede hırsız olduğu dedikodusunu yapıp ertesi gün o mahalleye çelik kapı dükkânı açmaya nasıl bakarsınız? İnsanlara önce kaygı pompalanıyor. Bunda itiraf etmek gerekirse hekimler büyük rol oynuyor. Böylece insanlar ağızlarına götürdükleri her lokma hakkında endişe duyuyorlar. Ve sonra uzmanlardan aldıkları listeye göre (bu listede pişirme usulleri de oluyor) yiyorlar. 5 sene sonra kanser teşhis edilse bile, eğer böyle iyi beslenmeseydin belki de daha çok erken yakalanacaktın, diyorlar.” Beyazyüz, son noktayı şu cümleyle koyuyor: “İnsan sağlığı, etik ilkelerin askıya alındığı bir sistemde hiçbir zaman doymayacak, hiçbir zaman yatırımcısını üzmeyecek bir pazar olarak görülmektedir.”