Onların ellerinde gelin çiçeği yerine bavulları vardı. Gurbete, hicrete gelin gidiyorlardı. Burç FM spikeri Zeynep Kamez Kaya, 2 buçuk yıldır hicrete gelin gidenlerin hikâyesinin anlatıldığı bir program yapıyor. Şimdi de konuklarının her birinin roman olacak nitelikteki hikâyelerini kitapta topladı. Aralarında hâlâ hicret diyarlarında olanlar da var, Türkiye’ye dönenler de. ZAMAN / 22 ŞUBAT 2013
Eğitim gönüllüsü olarak dünyanın dört bir yanına giden öncüler yalnız değildi. Onlara yol arkadaşlığı yapan, yarenlik eden, hicrete gelin gidenler de vardı. Kimisi adını ilk kez duyduğu bir yerde buldu kendini, kimisi yokluklar içerisinde ayakta kalma mücadelesi verdi. Kimisi evlatlarını o ülkede dünyaya getirdi, kimisi o ülkede kaybetti. Ellerinde gelin çiçeği yerine bavul olan kahramanların hayatı kitap oldu. Zeynep Kamez Kaya, 15 hicret gelininin hikâyesini derledi.
Zeynep Kamez Kaya, hizmete gelin giden kadınları 2 buçuk yıldır Burç FM’deki programında konuk ediyor, hatıralarını dinleyicisiyle buluşturuyor. Şimdi de programına katılanlardan onbeşinin hikâyesini kitaplaştırdı. ‘Hicrete Gelin Giden Öncüler’de anlatılanları okurken zaman zaman gözleriniz yaşaracak, zaman zaman gönlünüz şükranla dolacak. Birçoğu iyi üniversiteden mezun, Türkiye’de iyi şartlarda yaşayan bu kadınlar, gençliklerinin baharında eğitim seferberliğine katılmış. Anne-babalarından, evlatlarından ve tabiî ki konforlarından vazgeçmişler. Kaya, onlardan söz ederken “çok mütevazı insanlar” diyor. Programa konuk etmekte, hayat hikâyelerini anlattırmakta zorlanmış. “Yaşadıklarını anlatmak istemiyorlar. Çok sıkıntı çekmişler ama Allah’ın lütfunu da bire bir yaşamışlar, görmüşler.” diyen Kaya sözlerine şöyle devam ediyor: “Onların hikâyelerini dinleyince hayata bakışınız değişiyor. Düşünün hayatta vazgeçemem dediğiniz neler var. İşte onlardan vazgeçmiş insanlar. Bir ev hanımı evde neyim eksik diye bakar ya… Onlar buzdolaplarının, ütülerinin olmadığını ihtiyaç duyduklarında fark ediyorlar. Onlar her şeyi hiçe saymışlar, köprüler kurmak için kendilerinden vazgeçmişler. İstedim ki hikâyelerini yazarak insanlara, onları dualarınızda anın diyeyim.” Işık Yayınları’ndan çıkan “Hicrete Gelin Giden Öncüler”, binlerce kadının arasından sadece 15’inin hikâyesini anlatıyor. Katkıda bulunanlar: Tekin Gürbulak, Mehmet Ali Poyraz
Tuba Çalımcı, ailesiyle birlikte Zanzibar’dayken.
“Hicret etmek için evlendim”
“Ben hicret düşüncesiyle evlenmeyi kabul ettim.” diyen Tuğba Çalımcı’nın eşiyle tanışıp evlenmesi bir ay içinde olmuş. Moğolistan’a gittiklerinde bir süre ev tutamadıkları için oradaki öğretmenlerden Adem Tatlı’nın evinde kalmışlar. Ev tuttuklarında ise eşya bulmakta zorlanmışlar. Hatta ilk misafirine tencere olmadığı için çay demliğinde makarna pişirmiş. Çalımcı ailesinin ikinci hicret yeri Afrika olmuş. Çocukları bu topraklarda doğmuş. Bugün Türkiye’de olan Çalımlı, “Hicret içimde hâlâ yanmaya devam eden bir kor… Zanzibar’ın dar sokaklarını hatırladığımda burnumun direği sızlar. Şimdi gitmemiz gerekse arkama bakmadan giderim. Nasip…” diyor.
Ülkü ve Yüksel Bayrak Zimbabve’de yaşıyor.
“Oğlum Mozambik’te doğdu, orada vefat etti”
Öncekilerden dinlediği için Ülkü Bayrak, hicrete hazırlıklı gitmiş bir gelin. Bavulunda kıyafetlerinin yanında çaydanlığı ve çay bardakları da varmış. Gittiği ülkede ilk zamanlarında hep ev işleriyle meşgul olmuş. Sonra o da eşiyle beraber okula gitmeye başlamış. Okulun yemekleriyle, perdeleriyle, hatta öğrencilerinin formalarının söküğüyle ilgileniyormuş. Dokuz yıl Mozambik’te kalan Bayrak’ın küçük oğlu elim bir kaza geçirerek vefat etmiş. Kabri orada. Mezar taşında hem Türk bayrağı hem de Mozambik bayrağı var. Şimdi Zimbabve’de yaşayan Bayrak, “Orada doğdu, orada vefat etti. Biz başka ülkedeyiz ama biliyorum ki oğlumun kabri hep ziyaret ediliyor. Asım ağabey gelen misafirleri ilk oraya götürüyor. Allah razı olsun.” diyor.
“Üç-beş aile aynı çay bardaklarını kullanıyordu”
Hatice Beyli, 1998 yılında Tacikistan’a giderken yanında hiçbir şey götürmez. Eşiyle birlikte “Sahabeler yanlarına hiçbirşey almamışlardı” diye düşünürler. Hatice Hanım, Türkiye’de iken her şey mükemmel olsun istermiş, Tacikistan’da ise hayat anlayışı değişmiş. O yüzden hicretin kendisini terbiye ettiğini düşünüyor. Mesela israf konusuna daha çok dikkat etmeye başlamış. Çünkü suyu kaynatmadan içemiyorlarmış. Bir takım çay bardağını üç beş aile birlikte kullanıyormuş. Kimin evine misafir gelse bardakları o alıyormuş. Elektrikler sık sık kesiliyormuş. Misafirlerin geleceği gün hem elektrikler hem de sular kesilir; “Eşimi aradım ve yemeği iptal etmesini istedim. Edemiyecekti, çok geçti, ‘İstersen Tacikler gibi yemeği dışarıda pişir’ dedi. Ağlaya ağlaya dua ettim ve iftara iki saat kala elektrikler geldi. O misafirlerimi ağırladığımdaki lezzeti hiçbir şeyde alamıyorum.”
“Makarna süzgeci ne büyük nimetmiş!”
“Türkiye’ye döndüğümde babam beni hatırlar mı?” giderken tek endişesi buydu, çünkü babası alzheimer hastasıydı. Yeni evli çift Başkurdistan’a giderlerken ‘oradan alırız’ diye çoğu şeyi geri bırakmıştı. Nereden bilecekti ki makarna süzgeci bile bulamayacaklarını, çaylarını tencerede demleyeceklerini. Özbekistan’dan ziyaretlerine gelen biri hediye olarak makarna süzgeci getirdiğinde, son model bir araba armağan edilmiş gibi sevindiklerini söylüyor Sevgi Karyağdı. Anestezi olmadığı için uyutulmadan ameliyat olmuş, -40 derece soğuk yüzünden çocukları hastalanmış, eşi astım olmuş, her türlü zorluğa katlanmışlar ama kendisi kanser olunca dönmek zorunda kalmışlar. O iyileşmiş fakat oğlu aynı hastalıktan vefat etmişti. Yakın bir zaman önce de eşi… Karyağdı, “Dünyanın dört bir yanında açılan okullarda yetişen öğrencileri gördükçe çekilen her sıkıntıya değdi diyorum. Bin canım olsun biniyle de hicret etmek isterim.” diyor. Babası içinse şunları anlatıyor: “Dönünce babamı yürüyüşe çıkardım. Üzerimizden uçak geçiyordu, gösterip kızım gelmedi diye ağlamaya başladı. ‘Ben buradayım babacığım.’ deyince, yüzüme bakıp gülümsedi.”
“Hakk’ın hatırı için ‘evet’ dedim”
“Elimde çorap bile yıkamayan ben, beş ay boyunca hem ağlayıp hem çamaşır yıkamıştım. Suların bir ay boyunca kesildiği olurdu. Taşıma suyla çamaşır yıkamak çok zordu.” diyor Fadime Akar. Eşinin evlilik teklifini Afrika’ya gideceği için kabul etmekte tereddüt eden Akar, Efendimiz’i rüyasında görünce kesin kararını vermiş. Evlenip Etiyopya’ya gitmiş. Akar diyor ki; “Hakk’ın hatırı olmasa imtihanlar lezzetlenir miydi?”
“Seninle her yere giderim ama Rusya’ya hayır!”
Azeri kızı Melike Kangül, küçük bir çocukken babaannesine, “Ben Türkiye’ye gideceğim ve bir Türk ile evleneceğim” dermiş, ninesi de gülermiş. 90’ların başında okul açmaya gelen Türk öğretmenler bu sebeple Kangül’ü ve ailesini hem şaşırtmış hem de heyecanlandırmış. Türk kolejinde okumaya başlamış. Sonra bir Türk işadamının desteğiyle Türkiye’ye gelmiş. Bakü’ye öğretmen olarak döndüğünde öğrencilerinden biri vesilesiyle bir Türk’le İsmail Bey’le evlenmiş. Kısa bir süre sonra İsmail Bey, Rusya’ya hicret etmek istediğini söylemiş. Melike Hanım, babası onları bırakıp Rusya’ya gittiği için, “Seninle her yer olur ama Rusya hayır.” demiş. Eşi gitmiş, onun hasretine dayanamadığı için Melike Hanım da… Kızı Meryem orada doğmuş, orada vefat etmiş. Ve Melike Hanım der ki: “Fidanları ümitle sulayan ve kurumuş çölleri yeşerten isimsiz kahramanlara, öncülere teşekkürlerimi sunuyorum.”
“Türk TIR’ına yetişemeyince ağladım”
Rusya’ya gelin gideceğini duyduğunda bütün akrabaları karşı çıkmış. Damat adayı için “Çalışmaya gidecek başka ülke mi yok?” demişler. Ama gönül bu, Müzeyyen Sarıkaya tüm itirazlara rağmen evlenmiş. “Yokluk, fakirlik kişiden kişiye değişim gösterir.” diyen Sarıkaya evliliğinin ilk yıllarını şöyle anlatıyor: “Yatağım olacağını düşünüp çarşaf takımlarımı; mutfak dolabımın olacağını düşünüp mutfak örtülerimi; koltuklarım olacağını düşünüp, koltuk örtülerimi getirmiştim. Bunlar bizim için varlık bile sayılmayacak türden şeylerdi. Getirdiğim tüm çeyizimi valizimden hiç çıkarmadım.” Bu şartlarda eşinin en büyük destekçisi, dostu olmuş. “Her şeyin nimet olduğunu öğrendiğim bir yerdi Rusya.” diyen Sarıkaya, bir Türk TIR’ı sebebiyle neden ağladığını anlatıyor: “Bir gün eşimle yolda giderken bir Türk TIR’ı gördük… Kırmızı ışıkta duran TIR’a yetişip şoförüyle konuşmak için koşmaya başladık. Tam biz yaklaşmıştık yeşil ışık yandı… TIR’ın ardında kaldırıma oturup ağlamaya başladım… Türkçe kelimeleri unutmaya başlamıştım… Türkçe konuşabildiğim tek kişi eşimdi.”