Genel bir kanıdır, konferanslar ve sempozyumlar son derece sıkıcı geçer. İzleyicisi de azdır. Bu kadar az izleyicinin katıldığı, üstüne de sıkıldığı organizasyonlar niye yapılır? Konuşmacılar dinleyiciyi sıkmamak için ne yapmalıdır? İlgililerle görüştük, eleştirilerini ve önerilerini aldık. Sosyolog Cabbar Yılmaz, konferans-sempozyum ve panellerin değiştiğini, büyük salonlar yerine kafelerde yapılacağını söylüyor. ZAMAN / 3 ŞUBAT 2013
Türkiye kongre ve konferans merkezi haline geliyor, çok sayıda üniversitede, sivil toplum kuruluşunda, devlet kurumlarında büyük prodüksiyonlu konferanslar, kongreler, sempozyumlar düzenleniyor. Fakat bir popçunun AVM söyleşisi ya da popüler yazarın kitap imzası kadar ilgi çekmiyor? Tamam, konferanslar-paneller yapıldığı konunun ilgilisinin dinleyeceği organizasyonlardır ama ilgilileri de son derece sıkıcı geçtiğini söylüyor. Üniversitelerdeki konferanslara-söyleşilere hocalar yoklama zorunluluğu koymazsa neredeyse 5-10 kişi katılacak. Onlar da zaten organizasyonu yapanlar. Sivil toplum kuruluşlarının programlarında da durum aynı. Konuşmacılar çok önemli sunumlarını, organizasyonu yapanlara ve çoğunlukla yeni yetme muhabirlere yapıyor. Sebebi nedir? Kimsenin dinlemediği bu programlar neden yapılır? İşin organizasyon ayağında olanlara, konuşmacılara sorduk. Prof. Dr. Yasin Aktay, Türkiye’de konferansları çok sayıda insanın katılması, dinlemesi gerektiği gibi bir algı yanlışlığı olduğunu düşünüyor. Amerika’da bu tür toplantıları 15-20 kişi dinliyormuş. Sunumların sıkıcı olmasına ise, “İyi bir akademisyen, iyi bir hatip olmak zorunda değildir.” diyor.
“Daha az sempozyum olan illerde katılım fazla oluyor”
Uzun yıllar akademik dünyada ses getiren edebiyat, yerel kültürler ve ideolojiler üzerine sempozyumlar organize eden Prof. Dr. Emine Naskali de Aktay ile aynı düşüncede. Naskali, bu tür organizasyonların bilimsel yönünün sosyalleşme amacıyla düzenlendiğini vurguluyor. İlgili konuda çalışma yapanların birbiriyle tanışmasını sağladığı için dinleyicisi az da olsa, sunumlar sıkıcı da geçse düzenlenmeye devam edeceği kanısında. Hatta diyor ki: “Bilimsel bildiri sunanlar tabii ki ‘şovmen’ değiller, dinleyiciyi eğlendirmek gibi bir görev tanımları yok.” Naskali’ye göre İstanbul ve Oxford gibi yerlerde insanlar konferanslara, konuşmacılara alışkın. Hatta belli bir doygunluğa ulaştı. Katılımın az olmasının sebebi de bu. Daha az faaliyetin olduğu şehirlerde daha fazla rağbet olduğunu söylüyor.
“Konferanslar sıkıcı, çünkü konuşmaktan korkuyoruz”
Bu tür organizasyonların popüler konuşmacılarından biri olan Dr. Şaban Kızıldağ (kendisinin neredeyse Anadolu’da gitmediği il kalmamış), “kral çıplak” diye bağırıyor. Yani sempozyumlar sıkıcı geçiyor diyor. İnsanların unvanları altında ezildiğini, bilimsel kaygısının anlaşılmama ile eş değer tutulduğunu düşünüyor. Kızıldağ’a göre, “Bu ülkenin insanları ölümden sonra en çok topluluk önünde konuşmaktan korkuyor.”
‘Konferans salonlarının yerini kafeler alacak’
Sosyolog Cabbar Yılmaz ise çarpıcı bir tespitte bulunuyor, konferans-sempozyum ve panellerin büyük salonlardan kafelere kayacağını söylüyor. Dünyada buna WorldCafe uygulaması deniyormuş. Yani küçük grupların kafe ortamında yüz yüze sohbet etmesi. Panellerin, söyleşilerin geçmiş yüzyılın alışkanlıkları olarak günümüz lumpen kentsoylu insanları için oldukça arkaik-eskimiş bir uygulama olarak sürdürülmeye çalışıldığını düşünüyor. Yılmaz, yeni sunum teknikleri arasında önemli bir yer tutan infografik ile anlatma çabalarını ise günümüz insanının aklının uzun cümleleri kesmediği sadece imajinel ve tipografik eğlenceli animasyonların tüketildiğinin bir göstergesi olarak yorumluyor. Tüketim toplumunda düşünen insanın yitip gittiğini söyleyen Yılmaz, “Sokaklardaki yaşamdaki ve hatta tek tek olaylardaki akıldır. Bu aklı bulmadan doldurulacak her sempozyum bilimin pop yıldızlarını üretip çıkartmak, kürsüleri sahneye dönüştürmek, bilim adamlarını animatöre, filozofları sahne güldürükçülerine dönüştürmek zorundadır. Bu yüzyılın en büyük doktoru Mehmet Öz’dür.” diyor.
Sizce neden panellere, konferanslara hep aynı kişiler çağrılıyor?
Özlem Çakır (İmaj ve iletişim danışmanı): Sıradan bir Amerikalı anaokulundan itibaren topluluk önünde konuşma yapması konusunda yüreklendirilir ve destek alır. Ne kadar küçük yaşta topluluk önünde konuşmaya başlarsan ve korkularının üzerine gider, bu konuda kendini geliştirirsen o kadar başarılı bir konuşmacı olursun. Bizde maalesef böyle bir düşünce, istek ve destek yok. Hal böyle olunca büyük panel ve konferanslarda konuşmacı olarak karşımıza çıkan CEO’lar, işadamlarının birçoğu son dakika bu konuda destek almaya kalkıyor ya da hiç almıyor, “Ne olacak, söyleyeceklerimi yazdım en kötü ihtimal okurum.” diyorlar. Kültür olarak rahat olmamamız, mizah duygusuna sahip olsak da ‘uygun olmaz’ düşüncesiyle kullanmamamız, ‘başkaları ne düşünür?’ zihniyeti, özenmemek, hazırlık yapamamak, topluluk karşısında konuşma fobisi, bir de renkli bir kişilik olmamasıyla birleştiğinde ortaya günümüzdeki tablo çıkıyor. Ülkemizde bu nedenle birçok panel ve seminerde hep aynı kişiler davet ediliyor çünkü başarılı olanların sayısı çok az.