KEMAL ILICAK, BANA “AHMET BEY, ÇOK MÜTEVAZI GÖZÜKME” DEDİ

Bu galeri 3 fotoğraf içeriyor.

Ahmet Taşgetiren, medya mahallesinin en entellektüel kalemlerinden biri. Müktesebatının çoğu köşe yazarından daha iyi. Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Hüseyin Gülerce öğrencilik yıllarındaki ev arkadaşları. Taha Akyol ve Aykut Edibali ise ekip arkadaşları arasında. Uzun yıllar Tercüman Gazetesi’nde çalışan, sonra Zaman’da … Okumaya devam et

Daha çok galeri | KEMAL ILICAK, BANA “AHMET BEY, ÇOK MÜTEVAZI GÖZÜKME” DEDİ için yorumlar kapalı

SİBER ORDU GÖREVE!

Bu galeri 4 fotoğraf içeriyor.

Dünya üzerinde iki türlü savaş var. Biri bombaların ve silahların patladığı fiziki savaş. Diğeri dijital virüslerin sistemleri kilitlediği, devletleri işlemez, uçakları uçamaz hale getirdiği, doğalgaz sistemlerini patlatabilen siber savaş. Devletler siber ordu kuruyor. İran ve ABD arasında siber saldırılar oluyor. … Okumaya devam et

Daha çok galeri | SİBER ORDU GÖREVE! için yorumlar kapalı

ACEMİ ŞAİR KÜTÜPHANESİ

Bu galeri 6 fotoğraf içeriyor.

Türkiye’nin bir benzeri olmayan şiir kitabı koleksiyonu, Bilim Sanat Vakfı kütüphanesinde ilgililerini bekliyor. Trabzonlu kitapsever Arslan Pulathaneli’nin 1928 yılından, vefat ettiği 1996 yılına kadar topladığı şiir kitapları arasında büyük şairlerin çıkmış bütün kitapları da, amatör ve yerel şairlerin kitapları da … Okumaya devam et

Daha çok galeri | ACEMİ ŞAİR KÜTÜPHANESİ için yorumlar kapalı

RESİMLERİNE NE KADAR BENZİYORLAR?

Bu galeri 6 fotoğraf içeriyor.

Geçtiğimiz hafta Fatih Sultan Mehmet’in eşi Sitti Hatun’un resmi ortaya çıkınca tarihî şahsiyetlerin bilinen resimleri onlara mı ait sorusu akıllara geldi. Örneğin Mevlânâ resmi ne kadar ona benziyor? Ya da Yavuz Sultan Selim denince aklımıza gelen resim gerçekten o mu? … Okumaya devam et

Daha çok galeri | RESİMLERİNE NE KADAR BENZİYORLAR? için yorumlar kapalı

BİZ İLAHİYATÇILAR HAYATIN GERİSİNDE KALIYORUZ

Bu galeri 4 fotoğraf içeriyor.

  Programlarında ve yazılarında dini sorulara cevap veren İslam Hukuku hocası Faruk Beşer’in Üsküdar’daki evine hayatını konuşmak için gittik. Beşer’in son derece hareketli bir akademik hayatı var. “İslam’da sosyal güvenlik” konusunda doktora yapan hoca bu alanı bırakıp İslam hukuku ve … Okumaya devam et

Daha çok galeri | BİZ İLAHİYATÇILAR HAYATIN GERİSİNDE KALIYORUZ için yorumlar kapalı

MÜZİĞİN ANADOLU KAPLANLARI!

Bu galeri 7 fotoğraf içeriyor.

Hepsi halk adamı. Apartman dairesinde oturuyor, öğretmenlik, esnaflık veya tesisatçılık yapıyorlar. Kendi yörelerinde albümlerinin girmediği ev, türkülerinin yakmadığı gönül yok ama memleketlerinin sınırlarından çıktıklarında sıradanlar. İşte Anadolu’nun mütevazı starlarının hayat hikayeleri. 04-08-2012 ZAMAN   Onları bütün Türkiye tanımıyor. Ama yine … Okumaya devam et

Daha çok galeri | MÜZİĞİN ANADOLU KAPLANLARI! için yorumlar kapalı

GÜVENİLİR GIDADA ÇÖZÜM; HELAL SERTİFİKASI

Ete, süte ve hatta bala bile hile kattılar. Satın aldığımız tişörtü boyamak için kullanılan maddelerin kanserojen olduğunu öğreniyoruz. Sadece yediklerimiz değil kullandığımız her eşya sağlığımızı tehdit ediyor.Stratejik pazar uzmanı Yelda İpekli, güven bunalımı yaşayan günümüz tüketicisinin çıkış yolunun helal ürün sertifikası olduğu görüşünde. 23-06-2012 ZAMAN

Yelda İpekli, stratejik pazar uzmanı. Tüketici eğilimlerini ve dünya pazarlarını inceleyip önümüzdeki yıllarda hangi ürünlerin öne çıkacağını analiz ediyor. Yakın bir zamanda da dünyanın en büyük üreticisi ve en kalabalık ülkesi Çin’deki tüketicinin alışkanlıkları üzerine bir rapor hazırladı. İpekli’yi sayfamıza konuk eden bu araştırmaları sırasında tespit ettiği ve geleceğin önemli pazarı olarak gördüğü helal ürün akreditasyonu hakkındaki raporu oldu.

Bugün dünya genelinde 900 milyar dolar büyüklüğü olan pazarın kısa sürede 2 trilyon dolara çıkacağı tahmin ediliyor. Üstelik bugün dünya Müslüman nüfusunun sadece yüzde 10’u helal ürün tüketimi konusunda bilinçli. Gıda ve kozmetik ürünlerindeki hileler bilinçli tüketici sayısını hızla artırıyor. Bu sebeple Malezya, Singapur, Endonezya gibi ülkelerde helal gıda üzerine ciddi yatırımları var.

Kimi helal ürün kavramını bilmiyor kimi de küçümsüyor

Tayland’ın kadın başbakanının pazarın lider oyuncusu olmak için ciddi atak yaptığına dikkat çeken İpekli, ülkemizde bu konuda çalışmalar yapılıyor olsa da bunların yeterli düzeyde olmadığını düşünüyor. Bu düşünceye tüketici ve üreticiler üzerinde yaptığı bir anket sonucunda ulaşmış. İpekli, Türkiye’de bir kesimin helal gıdayı bilmediğini, bir kesimin küçümsediğini, bir kesimin ise bilse de çok önemsemediğini vurguluyor. Tüketiciler üzerinde yaptığı anket çalışmasında çıkan sonuçlardan biri çok şaşırtıcı; “Helal gıda nedir?” sorusuna “Alın teriyle kazanılan parayla satın alınan ürün.” cevabını verenler “dine uygunluk” cevabını verenlerden daha fazla. İpekli bu cevabı veren katılımcıların eğitimli bireyler olduğuna dikkat çekiyor. Zaten Türkiye’de tüketicinin sadece yüzde üçü ürünün üzerindeki bilgilendirmeleri okuyarak, kontrol ederek satın almaya karar veriyor. Bu yüzde 3’lük grubun yalnızca yüzde biri “helal ürün sertifikasyonu”na bakıyor. Ürünün ambalajı ve markanın tanınırlığı satın almak için içeriğinden daha önemli ölçüt.

Yine aynı ankete katılanların yüzde 82’si helal ürün sertifikasından haberdar olmadıklarını, bilmediklerini söylemiş. Helal sertifikası anlatılınca da bunların yüzde 66’sı artık helal akreditasyonunu sorgulayacağını ifade etmiş. İpekli’ye bu yüksek oranın sebebini, kullanılanların dine uygun, güvenilir, hilesiz ve sağlıklı ürünler olmasıyla açıklıyor. Çünkü ona göre dindar olsa da olmasa da herkes helal ürün tercih ediyor.

Sanayiciler de helal ürün pazarının farkında değil

İpekli, üreticinin de helal ürün pazarının önemini kavrayamadığını düşünüyor. Sanayicinin sadece bir sertifikasyon programı olarak gördüğünü söyleyen İpekli, “Sadece bir sertifikasyon programı olarak asla görülmemeli. Sadece resmi kurumlar değil (Diyanet, TSE ve ilgili bakanlıklar) özel girişimler ve tüketici dernekleri ve üreticilerin de bu konuda daha sistemli çalışmalar yapması gerekiyor. Artık ne üretsem satarım devri bitti. Tüketiciye uygun üretim yapmak gerekiyor ve ekolojik yaşam, organik tüketim kavramlarıyla birlikte tüketici artık dürüst markaları tercih ediyor. Dürüst marka bir adım öne çıkacak. Dürüstlüğün belgesi ise helal ürün akreditasyonu olacak.” diyor.

Türkiye’de hâlâ birçok insanın helal gıda kavramının önemini fark etmediği gibi küçümsediğini söyleyen İpekli, bunu da yanlış markalaşmaya bağlıyor: “Helal gıda üretimi yapan küçük işletmeler sahiden küçük düşürmüşler. Tüketiciyi ve üreticiyi bu konuda bilinçlendirmek gerekiyor. Helal gıda akreditasyonunu bilimsel anlamda formüle ederek sunarsak ve sistemli bir şekilde çalışırsak hem kendi pazarımızda hem de dünya pazarında yükselen bir değer oluruz. Dünyada Musevi olmayanlar da güvendiği için ‘Koşer’i tercih ediyor. Çünkü bu imajı vermişler. Helal kavramını da bilim adamları, pazarlamacılar ve üreticiler birlikte çalışarak markalaştırabiliriz.”

Anneler çocuklarına güvenilir gıda yedirmek istiyor

Stratejik pazar uzmanı İpekli, helal ürün pazarının büyümesinin tek sebebinin Müslümanların dinine uygun ürünler tüketmek isteğinin olmadığını söylüyor. İpekli, “Gıda güvenliğinin çokça sorgulandığı bu günlerde “helal ürün” beklentisi sadece muhafazakâr kesimin değil, bilinç düzeyi yüksek muhafazakar olmayan tüketiciler tarafından bir güvence olarak görülmeye başlandı. Özellikle çocuklu aileler gıda alışverişinde sorgulamaya başladı. Ette, sütte ve hatta balda bile hilelerin yapıldığı bu dönemde helal ürün akreditasyonu güvenilir ürün anlamına geliyor. Sadece dindar Müslümanlar değil, sağlıklı ürünler tüketmek isteyenler de helal gıda, helal kozmetik, helal temizlik ürünlerini tercih ediyor/edecek.” diyor.

Türkiye’nin ve büyük Türk markalarının dünya pazarlarında helal ve güvenilir ürün algısıyla markalaşırsa pazar paylarını artıracağını söyleyen İpekli, üniversitelerin gıda, sağlık ve ilahiyat bölümlerinde bu konuyla ilgili akademik çalışmaların artırılmasını şart olarak görüyor.

2012, dosya haber, HABERLERİM kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | GÜVENİLİR GIDADA ÇÖZÜM; HELAL SERTİFİKASI için yorumlar kapalı

DEVLETİNDİR, AMAN ÇALMASINLAR!

 

Fotoğraftaki görüntüye dikkat! Vatandaş götürmesin diye kalem naylon iple bağlanmış. Devlet dairelerinde sıkça gördüğümüz bu manzaranın anlamı ne? Fotoğraf, devlet ile vatandaşının ilişkisine ışık tutan bir işaret mi? Bu sorunun cevabını aradık. ZAMAN 24-06-2012

 

Fotoğraftaki manzarayı birçok devlet dairesinde görebilirsiniz. Vatandaş devletle resmi işlerini yapsın, imzasını atsın, istenilen kişisel bilgileri yazsın diye kalem koymuşlar. Giderken de götürmesin diye naylon ipe bağlamışlar. Naylon ipi de masanın bir köşesine veya fotoğraftaki gibi pencerenin menteşesine iliştirmişler. Postanelerde, hastanelerde, nüfus müdürlüklerinde, kütüphanelerde bu ipe bağlanmış tükenmez kalem görüntüsüyle karşılaşabilirsiniz. Zaten sözünü ettiğimiz devlet kurumlarında genellikle ortam, hiç kimsenin aidiyet hissetmediği, her şeyin öylece konulduğu yani dağınık ve çoğunlukla da kirlidir. Böylesi trajikomik bir manzara vardır devlet dairelerinde. Kaç üniversite bitirirseniz bitirin kendinizi cahil hissedeceğiniz bir ortam. Öylece bakakalırsınız etrafa. Kime soru sorsam derken gözünüze naylon ipe bağlanmış tükenmez kalem ilişir. Devletin vatandaşla yüz yüze geldiği ofislerin fiziki şartları, devletle-vatandaş ilişkisinin düzeyini de belirlemez mi? Ya da devletin vatandaşına ne kadar önem verdiğinin göstergesi değil midir? Devlet dairelerinin pejmürdeliği ve alelade ortamı, içeri girenin de orada çalışanın da psikolojisi bozmaz mı? Siyasiler görkemli ofislerde çalışırken, vatandaştan naylon ipe bağlanmış tükenmez kalemle imza atması istenmesi trajikomik bir durum değil midir? Devletin parası olmadığı için mi böyledir ofisleri, yoksa sistemin aksaklığından mıdır? Yazar Nihal Bengisu Karaca, Ahmet Kekeç, Küçükçekmece kaymakamı Orhan Öztürk ve Genç Siviller’den Turgay Oğur değerlendirdi.

Memurlar da hesap vermeli

Orhan Öztürk (Küçükçekmece Kaymakamı): Türkiye’de devlet halen arz odaklı değil talep odaklı çalışıyor. Çünkü kamu görevlileri siyasiler veya tüccarlar gibi risk ve rekabet ortamında çalışmıyor. Memur ve kamu işçilerinin işini kaybetme riski yoktur, performans ve başarı değerlendirmesi özel sektör gibi değildir. İşe göre adam değil adama göre iş sistemi kamuda uygulanır. Dairelerde gelişmiş ülkelerdeki gibi evrak değil, elinde evrak vatandaş dolaşır. 657 sayılı kanunun kaldırılması veya kapsamının ciddi kısıtlanması, daire başkanlığından itibaren üst düzey idarecilerin belirli süreli sözleşmeyle çalıştırılması şarttır. Devlette esas olan sistemdir, kurallardır. Kişilerin kahramanlığı ile gelişmiş, kalkınmış, zenginleşmiş ülke yoktur. Elbette kişiler daireye farklı güzellikler kazandırır ama bu ülkede yolsuzluk sıralamasında 60’larda oluşumuz kişisel gayretlerin işe yaramadığının göstergesidir.

Devletimiz icraatçı uygulamalardan çıkamadığı için istisnasız hiçbir işi iyi yapamıyor. Bürokratik iktidar halen iş başında olup sorumsuz yetki ve kaynak kullanmaya devam etmektedir. Dolayısı ile bu tür fotoğraflar kamuda daha çok sergilenecektir ve çözümler özel sektördeki gibi sonuç alıcı değil geçici, mevzi kalmaya devam edecektir.

Sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler işe göre adam çalıştırma, sonucundan kurumsal olarak etkilenme olgusu dolayısı ile aksaklıklarını düzeltmektedirler. Ancak hurdaya çıkmış arabayı iyi şoförler eliyle düzgün çalıştıramazsınız. Türkiye insani gelişmişlik endeksinde 84. sırada ise bunun sebebi bu katolik nikahına benzer çalışma sistemidir. Anayasaları yasaları değiştirmek bu açıdan istenen sonucu verecek iller değildir. Çünkü kamu, vermediği hizmetin hesabının sorulduğu yer değildir, bu hesaplar sadece siyasilere sorulmaktadır. Bazı şeyler düzelmiştir ama 80 senede 90 hükümet bu hesabı vermediği için gelmiş gitmiştir.

Görüntüye aldanmayalım

Nihal Bengisu Karaca (Yazar): Fatih projesiyle tutarı milyon dolarları bulan akıllı tabletler açıktan dağıtılıyor, ama ‘tenhada’ vatandaşa böyle hizmet veriliyor. Ama görüntüye aldanmamak gerekir. Görüntüye sık sık aldanan bir ülke olduğumuz için hatırlatmak isterim: Yakaları eprimiş bir gömlekle uluslararası ziyaretler yapan Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olduğu ülkenin nanoteknolojide aldığı mesafe, yöneticileri çok şık giyinen bir ülke olmamıza rağmen bizim için hayal. Eprimiş gömlek ya da ipe bağlanmış kalem ölçü değil. Nasıl bir değer ürettiğin önemli. Manzaranın ‘acıma hissi uyandırdığını’ düşünsem de önem derecesini hayati bulmuyorum.

İçinde “devlet malı” geçen özlü sözlerimiz vardır

Ahmet Kekeç (yazar): İçinde “devlet malı” ifadesi geçen birtakım özlü sözlere ve darbımesellere sahibiz… “Devlet malı”, aynı zamanda, zımni bir ortaklaşacılığa işaret ediyor. Bir şey devlet malı olduğu an, otomatikman vatandaşın tasarrufuna ve kullanımına da açılıyor. Zihnimiz buna göre şekillenmiş. Bu cümleden olarak, “devletten çalmak” da zaman zaman hoş görülebiliyor. Fotoğraftaki “naylon ip ucunda devlet” görüntüsü bunun en sofistike anlatımı. Birçok şeyi özetleyen bir fotoğraf bence…

İsraf şampiyonu devletin, tutumluluğu tutmuş

Turgay Oğur: 1000 yıllık diye övündüğümüz devlet geleneğinde estetik ihtişamın, gücün göstergesiydi. Bu nedenle kamu binalarında, kamu görevlisi kıyafetlerinde kurum temsiliyeti gereği estetik ön plandaydı. Memurlar prim sistemine göre çalışırdı. Yani asgari ücret alır, ayrıca yaptıkları iş başına artı gelir elde ederlerdi. Bu da hızlı işleyen bir sistem olmasını sağlıyordu. Ayrıca vatandaş da kendisine iyi davranan memuru tercih ediyordu. Yeni cumhuriyet eskiye ait ne varsa çöpe attı. Osmanlı bürokrasisi; görgü, bilgi ve geleneğiyle birlikte dışarıda bırakıldı. Normal şartlarda o mevkilere gelemeyecek muhteris bir grup, yeni cumhuriyetin üst düzey bürokrasisini oluşturdu. Aynı memurlar tek partinin de omurgası oldu. Ankara valisi aynı zamanda CHP il başkanı ve belediye başkanıydı. Tek parti dönemi bir memurlar iktidarıydı yani. Haliyle devlet hizmet eden değil hükmeden bir aygıttı. Sonuç asık suratlı memurlar. Çirkin binalar, ofisler. Çok partili sisteme geçtiğimiz günden bugüne çok ağır bir değişim yaşanıyor. Ancak kesin çözüm nüfus dairelerini bile özelleştirmek. Büyük çaplı israf şampiyonu devletin en olmadık yerde tutumluluğu tutar. Bu, bilinçaltından beslenen bir suçluluğun gizlenme çabasıdır. En adi kalemi en adi iple binaya bağlayıp sağlama almak, bu sahte çabanın şahikası olabilecek bir görsel şölen olarak karşımızda duruyor.

Kültür Bakanı’nın hiç uğramadığını görüyorum

Mimar Emre Özgüder: Biraz iç mimar gözüyle bakılınca, ipin ucuna kadar gitmeye gerek yok, bizler zaten devleti her zaman resimdeki gibi bir meşe rengi olarak tanıdık. Bizim devletimizin bize görünen yüzünü, biz, nerede olsa tanırız. Beyazıt Kütüphanesi’nden Cumhurbaşkanlığı Köşküne kadar her katta devletin yüzü aynıdır. Ama ben resimde, devletine rağmen var olmaya çabalayan insanı da görüyorum. Sabah işe gelirken poğaça aldığı pastaneden bu iş için ip alan, bunu da kısa geldiği için ertesi gün bir düğümle uzatan devlet memurunu görüyorum. Bu derdini bir türlü anlatamadığı müdürünü görüyorum. Beyazıt Kütüphanesi’nde bir şeylerin peşine düşmüş; ama ortada tükenmez kalem bulunca onu cebine indiren adamı görüyorum. İstanbul’un en büyük kütüphanesine Kültür Bakanı’nın hiç uğramamış olduğunu görüyorum. Devletin, kıyaslandığında uyduruk sayılacak bir kahve zinciri kadar bile tasarım ve kurumsallıktan anlamadığını veya umursamadığını görüyorum. Kimsenin bu görüntüden rahatsız olmadığını ve bunun böyle sürüp gideceğini görüyorum.

2012, dosya haber, GÜLİZAR BAKİ, HABERLERİM kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | DEVLETİNDİR, AMAN ÇALMASINLAR! için yorumlar kapalı

Fuad Köprülü’nün kitapları şehir’de

Fuad Köprülü’nün kişisel arşivi, çalışma masası ve kitaplığı artık İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi’nde. Vefat edene kadar (2006) akademisyen oğlu Dr. Orhan F. Köprülü’nün kullandığı arşivde, yakın tarihe ışık tutacak nitelikte belge ve kitaplar var. Köprülü’nün bilim ve siyaset tarihi açısından çok önemli arşivi için üniversitenin Altunizade’deki kampüs kütüphanesine özel bir müze kütüphane bölümü oluşturuluyor. 22-07-2012 ZAMAN

 

 

Yakın tarihin önemli aktörlerinden, edebiyat, hukuk, iktisat ve siyaset tarihi alanında çarpıcı eserler ortaya koyan ordinaryüs profesör M. Fuad Köprülü’nün, yüzlerce kitaptan ve binlerce sayfalık notlarından oluşan kütüphane ve arşivi artık İstanbul Şehir Üniversitesi’nde. Akademisyen oğlu Dr. Orhan F. Köprülü’nün vefatına kadar (2006) kişisel kullanımında olan arşiv, Ahmet Davutoğlu’nun büyük kızı Safure Özokur tarafından alınıp üniversiteye bağışlandı. Köprülü’nün kütüphanesinde çok kıymetli elyazması eserler ve birçok tarihi kitabın ilk nüshaları var. Ama akademisyenler için en az bu kitaplar kadar önemli olan Fuad Köprülü’nün çalışma notları ve kişisel arşivi. Çünkü hem bilim ve milli tarih çalışmaları yapmış, hem çok partili hayat denemelerinde rol almış, mesela Demokrat Parti’nin 4 kurucusundan biri olmuş, dışişleri bakanlığı yapmış, hem de demokrasi mücadelesi vermiş bir devlet ve bilim adamı olarak bu süreçlerde tuttuğu kişisel notlar; 1966’da vefat eden Köprülü’nün arşivini yakın tarihi için elmas kıymetinde kılıyor.

Fuad Köprülü nasıl ‘kopyala-yapıştır’ yapıyormuş!

Şehir Üniversitesi Tarih bölümü hocası Yard. Doç. Dr. Abdülhamit Kırmızı, bu sebeple büyük heyecan yaşadıklarını söylüyor. Kırmızı, Köprülü’nün arşivinin hem içerdiği bilgiler ve belgeler açısından hem de bir âlimin nasıl çalıştığını görmek açısından önemli olduğunu vurguluyor. Kırmızı diyor ki; “Fuad Köprülü’nün kişisel arşiviyle bir âlim nasıl çalışır görüyoruz. Çalışma konularını klasörlere ayırmış. Her klasörde yazdığı veya yazmayı planladığı kitapların içeriğiyle ilgili notlar, kupürler var. Bunları da konularına göre zarflamış. Kitaplarının sayfalarına, not defterlerine toplu iğne ile konuyla ilgili bilgi yazdığı kâğıtları tutuşturmuş. Yani o zamanın copy-past’i topluiğne ile kâğıt tutuşturmakmış.”

Kırmızı, yazı malzemelerinin ve kitaplığının da bulunduğu Köprülü koleksiyonu için kütüphanede özel bir müze oda yapacaklarını, arşivi kullanmak ve incelemek isteyenlerin bu objeleri de görebileceğini söylüyor.

 

Her türlü ‘ego doküman’la ilgileniyoruz

Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın arkadaşı olan, II. Abdülhamid dönemi eğitim politikaları çerçevesinde şekil kazanan entelektüel zümre arasında yer alan, II. Meşrutiyet, Milli Mücadele, çok partili hayat tecrübelerini yaşayan ve modern bilim anlayışının oluşması sürecine yazdığı makale ve kitaplarla katkıda bulunan bir ilim ve devlet adamı olan Köprülü’nün kişisel arşivi sayesinde hem kendi hem de temasta olduğu birçok tarihi şahsiyetin biyografisi yeniden yazılacak. Köprülü arşivini daha çok, kuruluşunda Kırmızı’nın da aktif rol aldığı Biyografi Araştırmaları Merkezi kullanacak. Kırmızı, kişisel entelektüel miraslarla yakından ilgilendiklerini, yazarların, şairlerin, bilim adamlarının, akademisyenlerin hatta sıradan insanların da bıraktıkları kütüphanelerle, belgelerle yani ego dokümanla (kendileriyle ilgili her türlü nesne ve belgeyle) ilgilendiklerini söylüyor.

Biyografiler yeniden yazılacak

Yard. Doç. Dr. Abdülhamit Kırmızı, kuruluşunda aktif rol aldığı Biyografi Araştırmaları Merkezi’nin Türkiye’de ilk olacağını söylüyor. Biyografi araştırmaları merkezleri Avrupa ve Amerika’da oldukça yaygın. Özellikle 2000’li yıllarda biyografi ve otobiyografi çalışmalarında dünyada büyük bir artış oldu. Türkiye içinse bu yeni ve yabancı bir kavram. Kırmızı, “Nasıl Hz. Peygamber’in hayatı, siyer yüzlerce kez yeniden yazılıyor. Hâlbuki yaşanmış bir hayat var. Aynen öyle tarihi şahsiyetlerin, hatta sıradan insanların bile biyografileri yeniden yazılmalı. Bunu sosyal bilimlerin ışığında yapacağız.” diyor. Kırmızı, yüzlerce fotoğraf, sayısız bilimsel not ve kişisel yazışmaların yer aldığı Köprülü arşivinin hem Köprülü’nün biyografisi hem de yakın çevresinin biyografisi için çok önemli bir kaynak olduğunu vurguluyor. Kırmızı, Türkiye’de çok iyi tanıdığımızı düşündüğümüz çok bilim adamı, sanatçı, siyasetçi, şair ve yazarın ciddi bir biyografisi olmadığına, birçoğununsa doğum ve ölüm tarihlerinin bile tartışmalı olduğuna dikkat çekiyor.

Hangi kütüphanede kimin kitabı var?

Atatürk Kitaplığı

Fatma Aliye

Cevdet Paşa

Muallim Cevdet

Fatih Üniversitesi Kütüphanesi

Şefik Can

Suat Yıldırım

Mehmet İpşirli

İstanbul Şehir Üniversitesi

Kemal Karpat

Fuad Köprülü

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kütüphanesi

Behçet Necatigil

Süleymaniye Kütüphanesi:

İzmirli İsmail Hakkı

Celal Ökten

Şerif Muhittin Targan’ın müzik aletleri

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi

İbnü’l Emin Mahmut Kemal İnal

Meşhur Yıldız Sarayı yağmasından kurtarılan kitaplar burada bulunuyor.

Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi

Adalet Ağaoğlu

Şerif Mardin

Tarık Zafer Tunaya

Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi

Halil İnalcık

Turgut Özal

2012, dosya haber, gezi-tarih-kültür, HABERLERİM kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Fuad Köprülü’nün kitapları şehir’de için yorumlar kapalı

Parayı veren tezi yazdırır

 

Master yapmak istiyorsunuz, doktora tezi hazırlayacaksınız ama işleriniz çok yoğun. Tez ve makale yazacak vaktiniz de gücünüz de yok! Kolayı var saçıyorsunuz paraları, ‘uzman kadro’ sizin için itinayla tez yazıyor! Kadronun hepsi akademisyen. Aralarında yardımcı doçentler de var, yüksek lisans yapanlar da… ZAMAN 27-05-2012

 

Yüksek lisans ve doktora tez yazımıyla ilgilenen uzmanlaşmış -hatta şirketleşmiş dersek yanıltmış olmayız- şebekeler var. Bir kişi organizasyonu sağlıyor. Yani akademisyenlerden bir ekip kuruyor, internet veya tanıdık sayesinde bağlantıları kuruyor. Sonra ‘müşteriler’den gelen talebe göre tez ve makaleler yazılıyor. Tezin konusuna, üniversitesine ve yazım süresine göre fiyatlar değişiyor. Bizim görüştüğümüz tez yazım merkezlerinin fiyatları bin 750 liradan başlıyor. Ucu açık; 2 bin, 3 bin veya 20 bin-30 bine kadar çıkıyor. Eğer teknik ve zor bir konuysa veya doktora teziyse çalışma ‘müşteriye’ neredeyse bir otomobil parasına mal oluyor.

Tez yazdıracaklar şebekelerle irtibatı, internet üzerinden veya üniversite etrafındaki kırtasiye ve fotokopi merkezlerindeki ilanlardan sağlıyorlar. Şebekeler bu hizmeti “tez danışmanlığı” adı altında yapıyor. Akademik deneyime sahip idari kadro (!) tarafından verilen danışmanlık hizmeti sayesinde “müşteriler” akademik kariyerlerini şansa bırakmıyor.

İntihalin modern versiyonu

Akademik çevrelerde, intihal çok tartışılır ama bir tez çalışmasının baştan aşağı başkası tarafından para karşılığı hazırlanması bu tartışmalara farklı bir boyut katacağa benziyor. Nitekim bu konuda konuştuğumuz çoğu hoca, böyle bir duruma ihtimal vermiyor. Tez savunmalarında mutlaka ortaya çıkacağını düşünüyor. Doğru; ama tez yazım merkezleri buna karşı da savunma mekanizmaları geliştirmiş. Tezi hazırlama aşamalarında en azından 15 günde bir irtibat halinde olunuyor ki, müşteri tez danışmanının sorularına cevap verebilsin. Nitekim internet üzerindeki ilanlarda bu konuda garanti veriyorlar. Bunlardan birinde; 70 kişilik bir akademisyen ekiple çalıştıklarını, ekip içinde yardımcı doçent ve doçentlerin olduğu ve bu kişilerin savunma için müşteriye önerilerde bulundukları söyleniyor. İnternette “Garantili tez yazılır” ilanının sahibi Cafer Uzan ekiplerini şöyle anlatıyor: “Bu işi 8 yıldır yapıyoruz, herhangi bir sıkıntı yaşamıyoruz. En fazla üç-beş tezde kayma durumu oldu. O da şöyle, yüksek lisans tezlerinde öğrenci savunmayı veremedi. Çünkü savunma anında, 5-6 profesör oluyor. Orada şaşırıyor. ”

Ödemeler taksitle!

Tez yazdırmak isteyenler, konularını ve sürelerini bildiriyor. Ekip 10-15 gün kaynak taraması yapıyor. Uzan bu süreci şöyle anlatıyor: “Bu alanda yardımcı olan arkadaşlarımız var. Hatta öğrenciler var, kütüphanelerden yararlanmak amacıyla indeks oluşturuyoruz. İndeksi gönderdikten sonra ödeme talep ediyoruz. Bir nevi kapora. Örneğin 2 milyara anlaşıyoruz. Baştan 400 TL ödüyorsunuz diyelim. Bir ay sonra bir çalışma gönderdik. O zaman ister bin lira yatırın ister 500… O bütçenize bağlı. Tezinizi teslim ettiğinizde ödeme bitmiş oluyor. Size gönderdiğimiz zamanda da inceliyorsunuz çalışmayı. Hocanıza götürüyorsunuz, size gelen eleştirileri değerlendiriyoruz, değişimleri yapıyoruz. O şekilde kademe kademe ilerliyoruz. Bir ay sonra tezin tamamı hazır demiyoruz. Sizin kafanızdaki tez yapısı nasıl olur, hocanız nasıl bir tez ister, bilemediğimiz için mecburen bu şekilde adım adım, hataları, eleştiri getireceksiniz, o yolu çizeceksiniz, biz o yolda ilerleyeceğiz.”

Fiyatı neye göre belirliyorlar? Üniversiteye ve hocalara göre. Mesela ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi gibi kaynakçaya ve özellikle yabancı literatürdeki kaynaklara çok önem veren üniversitelerin fiyatı yüksek. Örneğin Hacettepe’de kaynakçadan dolayı bir tez 15 kez gönderilebiliyor. Fiyatı belirleyen ikinci parametre analiz çeşidi. En pahalı analiz ekonometre üzerine. Tezin sadece analiz kısmı 750 lirayı buluyormuş. Bir de zaman. Bazıları durup durup son 15 günde veya bir ayda arıyormuş. 10 kişi birden tez üzerinde çalışıp tezi yetiştirmeye çalışıyor ve bu da tabi ki maliyeti artırıyor!

Akademisyen olmayacağım, itibarını kullanacağım

Tez yazım merkezlerinin sloganlarında en çok dikkat çeken noktalardan biri de “Yoğun iş temponuzda tez yazacak vakit bulamıyorsunuz.” Bu argüman akıllara; “Derslere giremeyecek ve araştırma yapamayacak kadar yoğun çalışan biri neden yüksek lisans veya doktora yapar?” sorusunu getiriyor. Doç. Dr. Savaş Genç bunu şöyle değerlendiriyor: “Akademisyen olmayacaktır, sadece piyasada titrini kullanacaktır. Bu meramla gelenler oluyor doktora mülakatlarına. Dolaylı olarak bu meramını belli eden, ‘ben zaten akademisyen olmayacağım’ diyenler oluyor. 183 üniversitesi olan ve sürekli yeni akademisyenlere ihtiyacı bulunan Türkiye bu tür motivasyonlarla vakit ve enerji kaybetmemeli.” diyor.

ABD ve Avrupa’da da böyle organizasyonlar var

Doç. Dr. Savaş Genç: Amerika’da ve Avrupa’da da parayla tez yapan organizasyonlar var. Ama doktora ve master sadece tez yazdırmakla bitmiyor, bunu savunabilmek gerekiyor. Tezi yazmamış biri savunamaz. Bizde kendi yazdığı teziyle 4 kez mülakattan dönenler var. Ben başkasına yazdırılan tezin savunmadan geçebileceğine ihtimal vermiyorum. Geçiyorsa bu bizdeki akademik kültürün ve mülakat kültürünün zayıflığını gösteriyor. Ancak hocalar tezi okumadan mülakat yapıyorlarsa, böyle bir mülakattan geçebilir.

Akademide kalmak için yapılıyor

Yrd. Doç. Dr. Sezai Coşkun: Akademi, tarihten bugüne taşıdığı anlamıyla ciddiyetin ve özgünlüğün mekânıdır. Ancak akademiyi bir kariyer merkezi olarak düşündüğümüzde veya en azından böylesi bir fonksiyona büründüğünde, buraya gelen insanlar da bir alanda ciddiyet içinde özgün çalışmalar yapmak yerine hedefledikleri kariyeri elde etmeye odaklanacaklardır. Bir unvanı hedefleyen bu yaklaşım, kendi piyasasını oluşturmuş ve bugün ‘araştırmacı’ olarak üniversitede kaydı bulunan insanın hiçbir dahli olmadan, para karşılığında, master ve doktora tezleri yapılır hale gelmiştir. Daha yakın zamanda büyük üniversitelerimizden birinde hazırlanan ve sunulan, kabul edilen doktora tezinin neredeyse bir başka kitabın aynen tekrarı olduğu çok sonra fark edilebilmiştir. Bunun sebepleri çok yönlü olmalı. Evvela, akademiyi kariyer merkezine dönüştüren mantaliteye izin verilmemeli, her önüne gelen bu programlara kabul edilmemeli, hocaların üzerinde şu andaki yükten hayli az sayıda öğrenci bulunmalıdır.

2012, dosya haber, HABERLERİM kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , ile etiketlendi | Parayı veren tezi yazdırır için yorumlar kapalı